Talasofobi

bilgipedi.com.tr sitesinden
Thalassophobia
UzmanlıkPsikiyatri, klinik psikoloji
SüreAltı aydan fazla
TedaviSistemik duyarsızlaştırma, maruz bırakma terapisi, danışmanlık, bilişsel davranışçı terapi, ilaç tedavisi

Talasofobi (Yunanca: θάλασσα, thalassa, "deniz"; ve φόβος, phobos, "korku") deniz, okyanus, havuz veya göl gibi derin su kütlelerine karşı duyulan ısrarlı ve yoğun korkudur. Çok yakından ilişkili olmasına rağmen talasofobi, suyun kendisinden korkma olarak sınıflandırılan akuafobi ile karıştırılmamalıdır. Talasofobi, derin su kütlelerinde bulunma korkusunu, denizin uçsuz bucaksız boşluğundan, deniz dalgalarından, suda yaşayan canlılardan ve karadan uzaklıktan korkmayı içerebilir.

Talasofobinin nedenleri net değildir ve bireyler arasında büyük farklılıklar gösterebileceğinden tıp uzmanları tarafından araştırılan bir konudur. Araştırmacılar, büyük su kütlelerinden korkmanın kısmen insanın evrimsel bir tepkisi olduğunu ve aynı zamanda korku ve sıkıntıya neden olan popüler kültür etkileriyle de ilişkili olabileceğini öne sürmüşlerdir. Fobinin altında yatan psikolojinin suyun sembolik doğasından kaynaklandığı da teorize edilmiştir. Özellikle, denizin enginliği genellikle kişinin derin bilinçdışıyla bağlantılıdır.

Talasofobinin şiddeti ve bununla ilişkili belirti ve semptomlar oldukça değişken ve karmaşıktır. Talasofobisi olan kişiler, çeşitli tetikleyicilerin neden olduğu sayısız duygusal ve fiziksel ıstırap atakları geçirir. Tedavi, terapi ve anksiyolitiklerin bir kombinasyonundan oluşabilir ve hastalara talasofobinin genellikle zirvede olduğu çocukluk döneminde uygulandığında en etkilidir.

Klinik bir fobi olmasına rağmen sıklıkla diğer fobilerle beraber görülür. Bazı vakalarda, anksiyolitik ilaçlar reçete edilebilir veya Bilişsel Davranış Terapisi (CBT) alınması gerekilebilir.

Nedenleri

Evrimsel bağlam

Büyük su kütlelerinden korkmanın evrimsel ve atalardan gelen bir özellik olduğu ve nesilden nesile aktarıldığı düşünülmektedir. İnsanlar risk yerine kesinliği tercih eder ve öğrenme geçmişine ve durumsal değişkenlere göre uyum sağlar. Nicholas Carleton tarafından 2016 yılında yapılan bir çalışma, 'Bilinmezlik Korkusu'nun insan ırkının en başından beri hayatta kalmasını sağlayan evrimsel bir mekanizma olduğunu ortaya koymaktadır. İnsan ırkının ataları, hayatta kalmalarının su ortamlarında değil, karada kalmalarına bağlı olduğunu anladıkları için derin su kütlelerine karşı korku duymak aslında haklıdır. Bu da insan türünün hayatta kalmasını sağlamak için nesilden nesile aktarılan temel bir korkuya dönüşmüştür.

Ryerson Üniversitesi'nde Psikoloji Profesörü ve The Anti-Anxiety Workbook kitabının ortak yazarı Martin Antony şöyle demektedir: "Evrimsel bir perspektiften bakıldığında, insanların tüm riskler nedeniyle derin sulardan korkma ve kaçınma eğilimi geliştirmesi mantıklıdır". Korkuların genetik yönü hakkında yorum yaparak şöyle devam ediyor: "[b]izler esasen evrim yoluyla bazı durumlardan (örneğin, yükseklik, derin su, yılan) diğerlerine (örneğin, çiçekler, oyuncak ayılar) göre daha kolay korkmaya 'programlanmışızdır'"

Mitoloji ve çağdaş popüler kültür

Yahudi-Hıristiyan inanç sistemlerinde deniz genellikle bir felaket ve ceza alanı olarak tasvir edilir. Bu durum İncil'in ilk kitabında (Yaratılış), Nuh'un Gemisi gibi hikayelerde açıkça görülmektedir. William Shakespeare'in Fırtına'sı gibi metinler, anlatısının arkasındaki itici güç olarak bir gemi kazasına yer vermiş ve denize "öteki dünyevi" ve "şeytani" bir kişilik kazandırmıştır. Beasts of the Deep: Sea Creatures and Popular Culture kitabının yazarları Sean Harrington ve Jon Hackett, bu anlatıların okyanuslara karşı duyulan yaygın korkunun itici gücü olduğuna inanmaktadır. Gotik ve doğaüstü edebiyat, verimli bir ortam olarak denize yönelmiş ve sonuç olarak izleyicilerin zihninde nahoş ve korkutucu bir imaj yaratmıştır. Bu durumun hem eski hem de çağdaş toplumlar için geçerli olduğu düşünülmektedir. Gişe rekorları kıran 1975 yapımı Jaws filmi, modern talasofobi hareketini tetikleyen etkili bir sinema filmi olarak anılmaktadır. Ana akım medya da halkın kolektif duygularını etkilemektedir. Büyük beyaz köpekbalıkları, elektrikli yılan balıkları veya diğer tehlikeli deniz yırtıcılarının okyanusta yüzücülere saldırdığına dair haberler izleyicilerde korku uyandırmakta ve büyük etkiye sahip olduğu düşünülmektedir. Benzer şekilde, Titanik gibi gemilerin battığı ve yolcularının boğulduğu gerçek vakalar, film versiyonları aracılığıyla korkunç derecede gerçekçi hale getirilmiştir. Şiddetli ölümden ya da özellikle boğulmaktan çok korkan insanların talasofobi geliştirme olasılığı da daha yüksektir. Bu kültürel etkilerin (hem eski hem de modern) zaman içinde derin su kütlelerine karşı duyulan korkunun yaygınlaşmasına katkıda bulunduğu düşünülmektedir.

Geçmiş deneyimler ve genetik

Olumsuz ya da geçmişte yaşanan travmatik bir olay da okyanuslara karşı derin bir korkuyu tetikleyebilir. Yüzerken korkmak ya da boğulmak üzere olmak gibi travmatik deneyimler de talasofobinin önde gelen nedenlerindendir. Buna ek olarak, özellikle ebeveyn figürleri ve diğer etkili yetişkinler olmak üzere derin su korkusu olan diğer kişileri gözlemlemek, yaşamın ilerleyen dönemlerinde talasofobi geliştirmeye katkıda bulunan faktörler olarak kabul edilir. Bilim insanları ayrıca genetik ve biyolojik kalıtımın deniz, okyanus ve göl korkusunun oluşmasında önemli bir rol oynadığına inanmaktadır. Bu genetik faktörler arasında ailede talasofobisi olan birinin bulunması, olumsuz, hassas veya endişeli olmak gibi kişisel ruhsal durumlar ve hatta su kazalarıyla ilgili korkunç hikayeler duymak yer almaktadır. Kişisel deneyimler ve kişinin yetiştirilme tarzı da talasofobiye neden olabilecek faktörlerdir.

Talasofobiyi çevreleyen psikolojik teoriler

Talasofobi genellikle ilkel bir korku olarak açıklanır. İnsanların kara memelileri olduğu ve yiyecek toplamak için görme duyumuza güvendiğimiz düşünüldüğünde, derin denizin bu ortama karşı olduğu evrimsel olarak hayatımıza kodlanmıştır. Marc Carlin bu fobiyi şöyle açıklıyor: "Hepimizde karanlık korkusu var çünkü göremiyoruz ve bizi koruması için görüşümüze güveniyoruz. Eğer gözlerinizi kapatırsanız ve göremezseniz, artık normalde güvenmediğiniz duyularınıza güvenmek zorunda kalırsınız." Normalde kullandığımız duyuları kullanmamanın bizi bir eksikliğe soktuğunu, karanlık ve derinlik korkusuna neden olduğunu açıklamaya devam ediyor.

İsviçreli bir psikiyatrist olan Carl Jung, kolektif bilinçdışındaki arketipler üzerinde çalışmıştır. Arketipler, toplumdaki semboller ve mesajlardaki gizli anlamlardır. Kolektif bilinçdışı, bir toplumun herkes için evrensel olan bilinçdışı düşüncesidir. Jung çalışmasında suyun, kişinin en karanlık düşünce ve arzularının bir yansıması olarak kolektif bilinçdışında popüler bir arketip olduğundan bahseder.

Harrington, Freudyen terimlerle, kişinin egosunun ya da gerçek kimliğinin tüm gerçekliğiyle tam olarak uyumlu olmadığını savunur. Teoriye göre kişinin en karanlık ve bastırılmış düşünce ve arzuları suya yansıyarak dehşet ve korku hissine neden olmaktadır. Harrington, aynı şekilde, okyanusun nasıl algılandığının veya keşfedebildiklerimizin, okyanusun gerçekte barındırabileceği keşfedilmemiş olasılıklarla tamamen uyumlu olmayabileceğini ve bunun da okyanusun deniz canavarları gibi barındırabileceği şeylerden korkulmasına neden olabileceğini varsaymaktadır. Kişinin zihninin okyanusa yansıması ve okyanusla karşılaştırılması, kişinin kendi zihninin ve kimliğinin yabancılığının bir işareti olabilir ve bu da talasofobi ile sonuçlanabilir.

Teşhis ve belirtiler

Talasofobi, bir birey tarafından sergilenen belirli fiziksel ve duygusal özelliklerle karakterize edilir. Talasofobisi olan kişilerin büyük su kütlelerine (plajlar, okyanuslar, göller) karşı gösterdikleri tepki, suyun onlar için oluşturduğu tehlike seviyesiyle eşleşmez. Bu nedenle, korkularını tetikleyen durumlar veya ortamlar altında anormal davranışlar sergilerler. Talasofobi gibi anksiyete kaynaklı fobiler spesifik belirti ve semptomlarla kendini gösterir. Derin su kütlelerine karşı orta derecede korkusu olan bireyler, günlük olarak ajitasyon ve huzursuzluk yaşayabilirler.

Talasofobinin yaygın duygusal semptomları şunları içerir:

  • Sürekli endişe
  • Uykuya dalma veya uykuda kalma güçlüğü (muhtemelen uykusuzluk)
  • Panik ve anksiyete atakları
  • Yakın bir kıyamet duygusuna sahip olmak
  • Kaçma ihtiyacı
  • Durumdan kopuk hissetmek
  • Bunalmış olmak

Talasofobinin yaygın fiziksel belirtileri şunlardır:

  • Nefes darlığı
  • Terleme
  • Denizi görünce titremek veya sarsılmak
  • Derin su kütlelerinin yakınındayken ağlamak veya kaçmak
  • Mide bulantısı
  • Baş dönmesi
  • Hızlı nefes alma
  • Denizi görünce çığlık atmak ve/veya bağırmak

Amerikan Psikiyatri Birliği tarafından geliştirilen ruhsal bozuklukların değerlendirilmesi ve teşhisi için bir el kitabı olan 'Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve İstatistiksel El Kitabı (beşinci baskı)' (DSM-5)'e göre; derin su kütleleri fobisi teşhisi konulabilmesi için

  • Bireyin derin su korkusu ısrarlı, aşırı ve mantıksız olmalıdır
  • Birey derin veya açık suya her maruz kaldığında bu korkuyu hissetmelidir
  • Kişi ya okyanustan ya da diğer açık su kütlelerinden kaçınır ya da bunlara yoğun bir korkuyla katlanır
  • Bireyin büyük su kütlelerinden korkması normal işlevlerini engeller
  • Bireyin korkusu altı ay veya daha uzun süredir mevcutsa

Talasofobinin veya herhangi bir fobinin yaygınlığı ve sıklığı çoğunlukla bilinmemektedir. Araştırmacılar talasofobinin şiddeti ve yaygınlığının farklı demografik gruplar arasında sürekli bir değişim halinde olduğu ve pek çok kişinin hafif derecede talasofobiye sahip olduğunun farkında olmayabileceği sonucuna varmıştır.

Talasofobi ve Akuafobi Arasındaki Fark

Thalassophobia, Aquaphobia'dan ya da su korkusundan farklıdır. Aquaphobia sudan kaynaklanan genel bir panik hissi ile karakterize edilirken, Thalassophobia daha çok suyun genişliği ve bu derinliğin neler barındırabileceği ile ilgilenir. Her iki fobi de suyla ilgili olsa da, Aquaphobia tek bir olay tarafından tetiklenebilirken, Thalassophobia kişinin suyun içinde ne olduğuna dair kendi bilinçaltındaki bir unsurdan kaynaklanır.

Tedavi

Talasofobisi olan bireyler genellikle terapistler ve tıp uzmanları tarafından kullanılan belirli stratejiler ve prosedürlerle semptomlarını iyileştirirler. Tedavi edilmediği takdirde talasofobinin travma sonrası stres bozukluğu, anksiyete, depresyon ve/veya panik atak gibi diğer ruhsal bozukluklara yol açabileceğini unutmamak son derece önemlidir.

  • Bilişsel davranışçı terapi (CBT)

Talasofobi, Bilişsel davranışçı terapi (BDT) olarak bilinen psikolojik bir araçla yönetilebilir. BDT, hastaların rahatsız edici düşünce kalıplarını nasıl belirleyip olumlu ve gerçekçi davranışlara dönüştüreceklerini öğrenmelerine yardımcı olan bir tür psikoterapötik tedavidir. Psikologlar ve terapistler BDT'yi belirli davranış ve duygular üzerinde olumsuz bir etki yaratmak ve böylece bunların yerini daha uygun ve gerçekçi tepkilerin almasını sağlamak için kullanırlar. 2013'te yapılan bir meta-analiz çalışması, BDT'nin fobisi olan hastalarda beynin nöral yollarını ve aktivasyonunu değiştirmede olumlu bir etkiye sahip olduğunu ve korkuya maruz kalındığında daha kontrollü davranışlarla sonuçlandığını bulmuştur.

  • Sistematik duyarsızlaştırma

Sistematik duyarsızlaştırma, belirli fobileri olan hastaların giderek daha fazla kaygı uyandıran uyaranlara maruz bırakıldığı ve eş zamanlı olarak rahatlama tekniklerinin öğretildiği bir tedavidir. Talasofobisi olan bireylerin çoğunluğu korktukları durumdan aktif olarak kaçınır, bu da karşılığında yanlış ve daha da korkutucu sahte bir gerçeklik yaratır. Sistematik duyarsızlaştırma teknikleri, hastaların korkularıyla kontrollü duygular ve gerçekçi görüşlerle yüzleşmelerini sağlar. Üç adımdan oluşur; ilk adımda kas gevşetme teknikleri öğrenilir, ardından hastalardan korkutucu senaryoların bir listesini oluşturmaları ve bunları yoğunluklarına göre sıralamaları istenir. Son olarak, hastalara korkularıyla kademeli bir spektrumda yüzleşmeleri talimatı verilir. Bu tekniğin odak noktası, ortam/olay artık rahatsızlık vermeyene kadar kendilerini stresli durumlara sokarken rahatlamaya odaklanmaktır. Sistemik duyarsızlaştırmanın altında yatan teori, korku ve endişe duygularını sakin bir durumla değiştirmeyi amaçlayan klasik koşullanmadır. Sistemik duyarsızlaştırma yoluyla talasofobi ile başa çıkmak için öğretilen gevşeme teknikleri arasında diyafragmatik nefes alma, aşamalı kas gevşetme, meditasyon ve farkındalık yer alır.

  • Maruz bırakma terapisi

Maruz bırakma terapisi, bireyin fobisini tetikleyen durum veya ortamla güvenli bir şekilde yakın temasa geçmesidir. Maruz bırakma terapisinin genel amacı, hastaya bir durumun, nesnenin veya ortamın inandıkları kadar tehlikeli veya endişe verici olmadığını kanıtlamaktır. Bu tedavi aynı zamanda hastaların korktukları durumla karşılaşmaları halinde, kendilerini korkutan durumla başa çıkma becerileri konusunda kendilerine daha fazla güvenmelerini sağlar. Talasofobi durumunda, büyük su kütleleriyle ilişkili korku ve endişeyi azaltmak için maruz bırakma terapisi kullanılır. Maruz bırakma terapisinin çeşitli varyasyonları vardır ve psikologlar en iyi sonuçları elde etmek için farklı teknikler kullanabilirler. Bu varyasyonlar şunları içerir: In vivo maruz bırakma: Bu, hastalara korkulan bir nesne, durum veya faaliyetle gerçek hayatta doğrudan yüzleşmeleri talimatının verildiği bir tekniktir. Talasofobisi olanlara genellikle plajlarda, göllerde veya göletlerde suya girmeleri söylenir. İn vivo maruz bırakmanın dezavantajı, katılımcıların diğer terapi seçeneklerine kıyasla yüksek bırakma oranlarına ve zayıf tedavi kabulüne sahip olmasıdır.

İnteroseptif maruziyet: Zararsız ancak korkulan fiziksel hislerin kasıtlı olarak tetiklenmesi. Örneğin, talasofobisi olan bireylere genellikle deniz, okyanus, göl görüntüleri veya sudaki insanların video görüntüleri gösterilir. Bu, daha sonra terapist tarafından değiştirilebilecek veya manipüle edilebilecek bir reaksiyona neden olur.

Sanal gerçeklik maruziyeti: Belirli durumlarda, in vivo maruziyet pratik olmadığında sanal gerçeklik teknolojisi kullanılabilir. Bu, bir bireyin plajların, okyanusların veya göllerin yakınında ikamet etmediği durumları içerebilir. Ayrıca, başka bir faktörün hastanın bu tür ortamlara girmesini engellediği durumları da içerebilir (sağlık, kişisel veya dini faktörler dahil).

Hayali maruz kalma: Korkulan durum, nesne veya ortamın canlı bir şekilde hayal edilmesi. Bu teknik genellikle geçmişte travmatik bir deneyim yaşamış veya talasofobi teşhisine yol açan bir olaya tanık olmuş kişiler için kullanılır. Bireylerin belirli tetikleyicilerle ilgili korku duygularını azaltmalarını sağlar.

  • İlaç Tedavisi

Çoğu hasta terapi yoluyla talasofobi semptomlarını iyileştirir veya ortadan kaldırır; ancak bazılarının semptomlarını doğru bir şekilde tedavi etmek için terapi ve ilaç kombinasyonu gerekebilir. İlaçlar talasofobi gibi fobileri tedavi edemez ancak kaygı ve korku belirtilerini azaltmaya yardımcı olabilir. Seçici serotonin geri alım inhibitörleri (yaygın olarak SSRI olarak bilinir), uzman bir doktor tarafından reçete edilebilen bir tür antidepresandır. Talasofobi tedavisinde kullanılan diğer yaygın ilaçlar arasında beta blokerler (kişi endişeli olduğunda ortaya çıkan adrenalin akışını engelleyerek yardımcı olur) ve benzodiazepinler (hızlı etkili anti-anksiyete ilacı) bulunur. Benzodiazepinler, yatıştırıcı ve bağımlılık yapıcı olduklarından yalnızca diğer terapötik veya tıbbi seçenekler işe yaramadığında reçete edilmelidir.