Soykırım

bilgipedi.com.tr sitesinden

Soykırım, jenosit veya genosit; ırk, canlı türü, siyasal görüş, din, sosyal durum veya başka herhangi bir ayırıcı özellikleri ile diğerlerinden ayırt edilebilen bir topluluk veya toplulukların bireylerinin, yok edicilerin çıkarları doğrultusunda, bir plan çerçevesinde ve yok edilmeleri niyetiyle girişilen eylem ve sonuçlar bütünü anlamına gelmektedir. Tam tanımı soykırım üzerinde çalışan akademisyenler arasında değişiklik gösterse de 1948’de Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Engellenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nde (SSECS) hukuksal bir tanımı bulunmaktadır. Sözleşmenin 2. maddesi soykırımı “Ulusal, etnik, ırksal ve dinsel bir grubun bütününün ya da bir bölümünün yok edilmesi niyetiyle girişilen şu hareketlerden herhangi biridir: Topluluğun üyelerinin öldürülmesi, topluluğun üyelerine ciddi bedensel ya da zihinsel hasar verilmesi, topluluğun yaşam koşullarının topluluğun bütününe ya da bir kısmına getireceği fiziksel yıkım hesaplanarak kasıtlı olarak bozulması, topluluk içinde yeni doğumları engelleyecek yöntemlerin uygulanması, topluluktaki çocukların zorla bir gruptan alınıp bir diğerine verilmesi” şeklinde tanımlamaktadır.

SSECS’nin giriş bölümünde soykırım olaylarının tarih boyunca yaşandığı fakat Birleşmiş Milletler’in Raphael Lemkin bu terimi oluşturana ve Nürnberg mahkemelerinde Holokost’un failleri yargılanana kadar soykırım suçunu uluslararası hukuk altında tanımlayan SSECS’ye karar vermemiş olduğu söylenmektedir.

SSECS’nin yürürlüğe girmesi ile sözleşmenin uygulanmasıyla yapılan ilk yargılama arasında 40 yıllık bir boşluk vardır. Şimdiye dek olan tüm uluslararası soykırım yargılamaları, Ruanda Soykırımı için olan, Bosna Soykırımı için olan yargılamalar bu olaylara özel mahkemelerde yapılmıştır. Uluslararası Ceza Mahkemesi 2002’de kurulmuştur ve sözleşmeye taraf olan devletlerin vatandaşlarını yargılama hakkı vardır ancak henüz kimse yargılanmamıştır.

SSECS’nin 1951 Ocak ayında yürürlüğe girmesinden itibaren yaklaşık 80 Birleşmiş Milletler üyesi devlet SSECS’nin hükümleriyle uyum sağlayan yasalar çıkardılar ve bazı soykırım failleri bu tür yerel yasalarla yargılanıp suçlu bulundu. Alman mahkemeleri tarafından suçlu bulunan Nikola Jorgic buna örnektir.

Gregory Stanton gibi soykırım üzerine çalışan akademisyenler soykırımdan önce,sırasında ve ardından ortaya çıkan -kurban grubun hümanizm karşıtlığını (karşı tarafı insan olarak görmemek, karşı grubun üyelerini hayvanlar ya da hastalıklarla özdeşleştirmek) soykırımcı grupların güçlü bir şekilde örgütlenmesi ve faillerin soykırımı inkâr etmesi gibi durum ve hareketlerin fark edilebileceğini ve soykırım yapılmadan durdurmak için harekete geçilebileceğini söylüyorlar. Dirk Moses gibi bu görüşün eleştirmenleri bunun gerçekçi olmadığını söylemekte ve örneğin “Darfur bölgede çıkarları olan büyük güçler için uygun olduğunda bitecektir.” demektedir.

Avustralya'nın Tasmanya adasında ve 1828-1832 yılları arasında yapılan Tasmanya Soykırımı kaydedilen ilk modern soykırım örneğidir.

Soykırım, genellikle etnik, ulusal, ırksal veya dini bir grup olarak tanımlanan bir halkın tamamen veya kısmen kasıtlı olarak yok edilmesidir. Raphael Lemkin bu terimi 1944 yılında Yunanca γένος (genos, "ırk, halk") kelimesini Latince -caedo ("öldürme eylemi") eki ile birleştirerek türetmiştir.

Siyasi İstikrarsızlık Görev Gücü, 1956 ile 2016 yılları arasında 43 soykırımın meydana geldiğini ve bunun yaklaşık 50 milyon kişinin ölümüyle sonuçlandığını tahmin etmektedir. BMMYK, 2008 yılına kadar bu tür şiddet olayları nedeniyle 50 milyon kişinin daha yerinden edildiğini tahmin etmektedir. Soykırım yaygın olarak insan kötülüğünün en uç noktası olarak kabul edilmektedir. Bir etiket olarak, ahlaki olduğu için tartışmalıdır ve 1990'ların sonlarından bu yana bir tür ahlaki kategori olarak kullanılmaktadır.

Etimoloji

Holokost sırasında Yahudi sürgünlerin Brizula (şimdiki Podilsk) dışında öldürüldüğü 1941 Odessa katliamının ardından
Ruanda'daki Nyamata Soykırım Anıtı'nda insan kafatasları

Soykırım terimi icat edilmeden önce, bu tür olayları tanımlamanın çeşitli yolları vardı. Almanca (Völkermord, lit. 'bir halkın öldürülmesi') ve Lehçe (ludobójstwo, lit. 'bir halkın veya ulusun öldürülmesi') dahil olmak üzere bazı dillerde bu tür cinayetler için zaten kelimeler vardı. 1941 yılında Winston Churchill, Almanya'nın Sovyetler Birliği'ni işgali sırasında Nazi birlikleri tarafından "on binlerce" Rus'un "metodik, acımasız bir şekilde katledilmesini" tanımlarken "adı olmayan bir suçtan" bahsetmiştir. 1944 yılında Raphael Lemkin, soykırım terimini Eski Yunanca γένος (génos) 'ırk, halk' ile Latince caedere 'öldürmek' kelimelerinin melez bir birleşimi olarak icat etmiştir; Axis Rule in Occupied Europe (1944) adlı kitabı işgal altındaki Avrupa'da Nazi politikalarının uygulanmasını anlatmakta ve daha önceki toplu katliamlardan bahsetmektedir. Ermeni soykırımının baş mimarı Talat Paşa'nın 1921 yılında Ermeni Soghomon Tehlirian tarafından öldürülmesini okuduktan sonra Lemkin, profesörüne Talat'ın suçlanabileceği bir yasanın neden olmadığını sormuştur. Daha sonra "bir hukukçu olarak, bir suçun kurbanlar tarafından değil, bir mahkeme tarafından cezalandırılması gerektiğini düşündüm" diye açıkladı.

Lemkin soykırımı şu şekilde tanımlamıştır:

Yeni kavramlar yeni terimler gerektirir. "Soykırım" ile bir ulusun ya da etnik bir grubun yok edilmesini kastediyoruz. Yazar tarafından eski bir uygulamanın modern gelişimini ifade etmek üzere icat edilen bu yeni kelime, eski Yunanca genos (ırk, kabile) ve Latince cide (öldürme) kelimelerinden türetilmiştir ve bu haliyle tyrannicide, homicide, infanticide vb. kelimelere karşılık gelmektedir. Genel olarak soykırım, bir ulusun tüm üyelerinin toplu olarak öldürülmesi dışında, bir ulusun derhal yok edilmesi anlamına gelmez. Daha ziyade, grupların kendilerini yok etmek amacıyla ulusal grupların yaşamının temel dayanaklarını yok etmeyi amaçlayan farklı eylemlerin koordineli bir planını ifade etmek için kullanılır. Böyle bir planın hedefleri, ulusal grupların siyasi ve sosyal kurumlarının, kültürlerinin, dillerinin, milli duygularının, dinlerinin ve ekonomik varlıklarının parçalanması ve bu gruplara mensup bireylerin kişisel güvenliklerinin, özgürlüklerinin, sağlıklarının, onurlarının ve hatta hayatlarının yok edilmesi olacaktır. Soykırım, bir varlık olarak ulusal gruba yöneliktir ve söz konusu eylemler, bireysel sıfatlarıyla değil, ulusal grubun üyeleri olarak bireylere yöneliktir.

1948 Soykırım Sözleşmesi'nin (CPPCG) giriş bölümünde tarih boyunca soykırım vakalarının yaşandığı belirtilmektedir; ancak Lemkin bu terimi ortaya atana ve Holokost faillerinin Nürnberg Duruşmaları'nda yargılanmasına kadar Birleşmiş Milletler, Soykırım Sözleşmesi'nde uluslararası hukuk kapsamında soykırım suçunu tanımlamamıştır. Bu terimin uluslararası toplum tarafından geniş çapta benimsenmesi için birkaç yıl geçmesi gerekmiştir. Nürnberg duruşmaları "Almanlaştırma", "insanlığa karşı suçlar" ve "toplu katliam" gibi ifadelerin yetersizliğini ortaya çıkardığında, uluslararası hukuk akademisyenleri Lemkin'in çalışmasının Nazi suçları için kavramsal bir çerçeve sağladığı konusunda fikir birliğine vardı. The New York Times'ın 1946 tarihli bir manşeti "Soykırım, Nazi Liderlerine Yüklenen Suçun Yeni Adıdır" şeklindeydi; kelime 1945'ten itibaren Nürnberg duruşmalarındaki iddianamelerde kullanıldı, ancak henüz resmi bir hukuki terim olarak değil, yalnızca tanımlayıcı bir terim olarak kullanıldı. Arthur Greiser ve Amon Leopold Goth'un 1946'daki sözde Polonya Soykırım Davaları, bu terimin kullanıldığı ilk davalardı.

Suç

Kriminalizasyon öncesi görünüm

Soykırım ulusal yasalara karşı bir suç haline getirilmeden önce, bir egemenlik hakkı olarak kabul ediliyordu. Lemkin, Ermeni soykırımının faillerini cezalandırmanın bir yolunu sorduğunda, bir hukuk profesörü ona şöyle dedi: "Tavuk sürüsü olan bir çiftçinin durumunu düşünün. Onları öldürür ve bu onun işidir. Eğer müdahale ederseniz, izinsiz girmiş olursunuz." Siyaset bilimci Douglas Irvin-Erickson'a göre, 1959 gibi geç bir tarihte, pek çok dünya lideri hala "devletlerin kendi sınırları içindeki insanlara karşı soykırım yapma hakkına sahip olduğuna inanıyordu".

Uluslararası hukuk

Sonderkommando üyeleri, bir imha kampı olan Auschwitz II-Birkenau'daki çukurlarda Yahudi cesetlerini yakarken.

Dünya Savaşı öncesinde ve sırasında Nazi Almanyası tarafından gerçekleştirilen Holokost'un ardından Lemkin, soykırımları tanımlayan ve yasaklayan uluslararası yasaların evrensel olarak kabul edilmesi için başarılı bir kampanya yürütmüştür. 1946'da Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun ilk oturumunda soykırımın uluslararası hukuka göre bir suç olduğunu teyit eden ve bu tür olayların örneklerini sıralayan (ancak suçun tam bir yasal tanımını vermeyen) bir karar kabul edildi. 1948 yılında BM Genel Kurulu, soykırım suçunu ilk kez tanımlayan Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'ni (CPPCG) kabul etmiştir.

Soykırım, cinayetin tek tek insanların yaşama hakkının inkârı olması gibi, tüm insan gruplarının var olma hakkının inkârıdır; var olma hakkının bu şekilde inkârı insanlığın vicdanını sarsar, bu insan gruplarının temsil ettiği kültürel ve diğer katkılar biçiminde insanlık için büyük kayıplara yol açar ve ahlak hukukuna ve Birleşmiş Milletler'in ruhuna ve amaçlarına aykırıdır. Bu tür soykırım suçlarının pek çok örneği ırksal, dini, siyasi ve diğer grupların tamamen veya kısmen yok edilmesiyle ortaya çıkmıştır.

- BM Kararı 96(1), 11 Aralık 1946

CPPCG, 9 Aralık 1948 tarihinde BM Genel Kurulu tarafından kabul edilmiş ve 12 Ocak 1951 tarihinde yürürlüğe girmiştir (260 (III) sayılı Karar). Sözleşme, birçok ülkenin ulusal ceza mevzuatına dahil edilen ve Uluslararası Ceza Mahkemesi'ni (UCM) kuran Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Statüsü tarafından da kabul edilen uluslararası kabul görmüş bir soykırım tanımı içermektedir. Sözleşme'nin II. maddesi soykırımı şu şekilde tanımlamaktadır:

... ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu tamamen veya kısmen yok etmek kastıyla işlenen aşağıdaki fiillerden herhangi biri:

  • (a) Grubun üyelerini öldürmek;
  • (b) Grubun üyelerine ciddi bedensel veya zihinsel zarar vermek;
  • (c) Grubun fiziksel olarak tamamen veya kısmen yok olmasına yol açacak yaşam koşullarını kasıtlı olarak uygulamak;
  • (d) Grup içinde doğumları önlemeye yönelik tedbirler uygulamak;
  • (e) Grubun çocuklarını zorla başka bir gruba nakletmek.

Soykırıma tahrik, uluslararası hukukta ayrı bir suç olarak kabul edilmektedir ve kovuşturulabilmesi için soykırımın gerçekleşmiş olmasını gerektirmeyen belirsiz bir suçtur.

Sözleşmenin ilk taslağı siyasi cinayetleri de içeriyordu; bu hükümler, birçok farklı ülkeden gelen itirazların ardından siyasi ve diplomatik bir uzlaşmayla çıkarıldı ve başlangıçta Dünya Yahudi Kongresi ve Raphael Lemkin'in anlayışı tarafından desteklendi ve bazı akademisyenler literatürde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi daimi üyesi olan Sovyetler Birliği'nin rolünü popüler bir şekilde vurguladı. Sovyetler, konvansiyonun tanımının terimin etimolojisini takip etmesi gerektiğini savunmuş ve özellikle Joseph Stalin, ülkenin Büyük Temizlik gibi siyasi cinayetlerinin daha fazla uluslararası incelemeye tabi tutulmasından korkmuş olabilir. Soykırım terimini icat eden Lemkin, karar oylaması yaklaşırken Sovyet delegasyonuna yaklaşarak Sovyetleri kendilerine karşı bir komplo olmadığı konusunda rahatlattı; Sovyet liderliğindeki bloktan hiçbiri Aralık 1946'da oybirliğiyle geçen karara karşı çıkmadı. Amerika Birleşik Devletleri de dahil olmak üzere diğer ülkeler, siyasi grupların da tanıma dahil edilmesinin iç politikaya uluslararası müdahaleye davetiye çıkaracağından korkuyordu.

1951 yılına gelindiğinde Lemkin, Sovyetler Birliği'nin soykırımla suçlanabilecek tek devlet olduğunu söylüyordu; onun soykırım kavramı, Axis Rule in Occupied Europe'da ana hatlarıyla belirtildiği gibi, Stalinist sürgünleri varsayılan olarak soykırım olarak kapsıyordu ve kabul edilen Soykırım Sözleşmesi'nden birçok yönden farklıydı. 21. yüzyıl perspektifinden bakıldığında, bu o kadar geniş bir kapsamdı ki, her türlü ağır insan hakları ihlalini soykırım olarak kabul ediyordu ve Lemkin tarafından soykırım olarak kabul edilen birçok olay soykırım anlamına gelmiyordu. Soğuk Savaş başladığında, bu değişiklik Lemkin'in ABD'yi Soykırım Sözleşmesi'ni onaylamaya ikna etmek amacıyla anti-komünizme yönelmesinin bir sonucuydu.

Niyet

Uluslararası hukuka göre soykırımın iki zihinsel (mens rea) unsuru vardır: genel zihinsel unsur ve özel kasıt unsuru (dolus specialis). Genel unsur, yasaklanan fiillerin kasıt, bilgi, dikkatsizlik veya ihmal ile işlenip işlenmediğini ifade eder. Soykırım da dahil olmak üzere çoğu ciddi uluslararası suç için, failin kasıtla hareket etmesi şartı aranır. Roma Statüsü kastı, davranışta bulunmak ve sonuçlarla ilgili olarak, bu sonuca neden olmak veya "olayların olağan akışı içinde gerçekleşeceğinin farkında olmak" olarak tanımlar.

Özel kasıt unsuru, eylemlerin gerçekleştirilme amacını tanımlar: "ulusal, etnik, ırksal veya dini bir grubu tamamen veya kısmen yok etmek". Özel kasıt, soykırımı savaş suçları veya insanlığa karşı suçlar gibi diğer uluslararası suçlardan ayıran temel bir faktördür.

"Yok etme niyeti"

2007 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Jorgic/Almanya davasına ilişkin kararında, 1992 yılında hukukçuların çoğunluğunun CPPCG'deki "yok etme niyetinin" korunan grubun fiziksel-biyolojik olarak yok edilmesi anlamına geldiği şeklindeki dar görüşü benimsediğini ve bunun hala çoğunluk görüşü olduğunu belirtmiştir. Ancak AİHM, bir azınlığın daha geniş bir görüşe sahip olduğunu ve ulusal, ırksal, dini veya etnik bir grubu yok etme niyetinin soykırım olarak nitelendirilmesi için yeterli olduğu için biyolojik-fiziksel yıkımı gerekli görmediğini de kaydetmiştir.

Aynı kararda AİHM, çeşitli uluslararası ve yerel mahkemelerin kararlarını incelemiştir. Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi ve Uluslararası Adalet Divanı'nın dar yorumu (bir eylemin soykırım olarak nitelendirilmesi için biyolojik-fiziksel yıkımın gerekli olduğu) kabul ettiğini kaydetmiştir. AİHM ayrıca, kararın verildiği tarihte, (geniş bir görüş benimseyen) Almanya'daki mahkemeler dışında, diğer Sözleşme devletlerinin belediye yasaları kapsamında çok az soykırım davası olduğunu ve "Bu Devletlerin mahkemelerinin, failin soykırımdan suçlu bulunması için amaçlaması gereken grup yıkımının türünü tanımladığı bildirilmiş hiçbir dava olmadığını" kaydetmiştir.

"Onesphore Rwabukombe" davasında, Alman Yüksek Mahkemesi önceki kararına bağlı kalmış ve ICTY ve ICJ'nin dar yorumunu takip etmemiştir.

"Tamamen ya da kısmen"

Ermeni soykırım kurbanları

"Tamamen veya kısmen" ifadesi uluslararası insancıl hukuk akademisyenleri tarafından çokça tartışılmıştır. Birleşmiş Milletler'in Ruhashyankiko raporunda bir zamanlar, cinayette daha geniş bir grubu yok etme niyetinin bulunması halinde sadece tek bir bireyin öldürülmesinin soykırım olabileceği savunulmuş, ancak o zamandan beri resmi mahkeme kararları bununla çelişmiştir. Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi, Prosecutor v. Radislav Krstic - Trial Chamber I - Judgment - IT-98-33 (2001) ICTY8 (2 Ağustos 2001) davasında Soykırım işlendiğine karar vermiştir. Prosecutor v. Radislav Krstic - Appeals Chamber - Judgment - IT-98-33 (2004) ICTY 7 (19 Nisan 2004) kararının 8, 9, 10 ve 11. paragrafları kısmen konusunu ele almış ve "parçanın o grubun önemli bir parçası olması gerektiğini" belirtmiştir. Soykırım Sözleşmesinin amacı, tüm insan gruplarının kasten yok edilmesini önlemektir ve hedef alınan kısım, grubun bütünü üzerinde bir etki yaratacak kadar önemli olmalıdır." Temyiz Dairesi, bu sonuca nasıl vardıklarını açıklamak için diğer davaların ayrıntılarına ve Soykırım Sözleşmesi konusunda saygın yorumcuların görüşlerine yer vermektedir.

Yargıçlar 12. paragrafta şöyle devam etmektedir: "Hedef alınan kısmın ne zaman bu gerekliliği karşılayacak kadar önemli olduğunun belirlenmesi bir dizi değerlendirmeyi içerebilir. Grubun hedef alınan kısmının sayısal büyüklüğü, her durumda soruşturmanın son noktası olmasa da, gerekli ve önemli bir başlangıç noktasıdır. Hedeflenen bireylerin sayısı sadece mutlak olarak değil, aynı zamanda tüm grubun genel büyüklüğüne göre de değerlendirilmelidir. Hedeflenen kısmın sayısal büyüklüğüne ek olarak, grup içindeki önemi de yararlı bir değerlendirme olabilir. Eğer grubun belirli bir bölümü grubun genelini simgeliyorsa veya grubun hayatta kalması için elzemse, bu durum söz konusu bölümün [Mahkeme Statüsü'nün] 4. Maddesi anlamında önemli olduğu sonucuna varılmasını destekleyebilir."

13. paragrafta yargıçlar, faillerin mağdurlara erişimi konusunu gündeme getirmektedir: "Soykırımın tarihsel örnekleri, faillerin faaliyet ve kontrol alanlarının yanı sıra erişimlerinin olası kapsamının da dikkate alınması gerektiğini göstermektedir. ... Bir soykırım faili tarafından oluşturulan yok etme niyeti her zaman kendisine sunulan fırsatla sınırlı olacaktır. Bu faktör tek başına hedef alınan grubun önemli olup olmadığını göstermese de, diğer faktörlerle birlikte analizi şekillendirebilir."

"Ulusal, etnik, ırksal veya dini bir grup"

CPPCG'yi hazırlayanlar korunan gruplar arasına siyasi veya sosyal grupları dahil etmemeyi tercih etmişlerdir. Bunun yerine, "istikrarlı" kimliklere, tarihsel olarak doğuştan gelen ve zaman içinde değişmeyen veya değişme ihtimali olmayan niteliklere odaklanmayı tercih etmişlerdir. Bu tanım, ırkın doğuştan gelen bir olgudan ziyade sosyal bir yapı olduğuna dair modern anlayışlarla ve din vb. değiştirme uygulamalarıyla çelişmektedir.

Uluslararası ceza mahkemeleri, hedef alınan bir nüfusun farklı bir grup olup olmadığını belirlemek için tipik olarak nesnel ve öznel belirteçlerin bir karışımını uygulamıştır. Dil, fiziksel görünüm, din ve kültürel uygulamalardaki farklılıklar, grupların farklı olduğunu gösterebilecek objektif kriterlerdir. Ancak Ruanda soykırımı gibi durumlarda Hutular ve Tutsiler çoğu zaman fiziksel olarak ayırt edilemez durumdaydı.

Objektif belirteçlere dayalı kesin bir cevabın net olmadığı böyle bir durumda, mahkemeler "bir mağdurun fail tarafından korunan bir gruba ait olarak algılanması halinde, mağdurun Daire tarafından korunan grubun bir üyesi olarak değerlendirilebileceği" şeklindeki sübjektif standarda yönelmiştir. Failler tarafından vatandaşlıktan çıkarma, grubun kimliğinin belirlenmesini zorunlu kılma veya grubu bütünden izole etme gibi yasal tedbirler yoluyla grubun damgalanması, faillerin mağdurları korunan bir grup olarak gördüğünü gösterebilir.

Eylemler

Soykırım Sözleşmesi, gerekli kasıtla işlendiğinde soykırım anlamına gelen beş yasak eylem belirler. Katliam tarzı öldürmeler en yaygın olarak soykırım olarak tanımlanan ve cezalandırılan eylemler olsa da, yasanın öngördüğü şiddet yelpazesi çok daha geniştir.

Grup üyelerinin öldürülmesi

Soykırımın gerçekleşmiş olması için toplu katliam gerekli olmamakla birlikte, bu durum neredeyse tüm tanınmış soykırımlarda mevcuttur. IŞİD'in Ezidilere yönelik soykırımı, Osmanlı Türklerinin Ermenilere yönelik saldırısı ve Burma güvenlik güçlerinin Rohingyalara yönelik saldırılarında olduğu gibi, tarih boyunca erkeklerin ve ergenlik çağındaki erkek çocukların erken aşamalarda öldürülmek üzere seçildiği neredeyse tek tip bir model ortaya çıkmıştır. Erkekler ve erkek çocuklar genellikle silahla vurulma gibi "hızlı" cinayetlere maruz kalmaktadır. Kadınların ve kız çocuklarının kesilerek, yakılarak ya da cinsel şiddet sonucu daha yavaş ölme olasılığı daha yüksektir. Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin (ICTR) içtihadı, diğerlerinin yanı sıra, hem ilk infazların hem de tecavüz ve işkence gibi diğer aşırı şiddet eylemlerini hızla takip edenlerin ilk yasaklanan eylem kapsamında kabul edildiğini göstermektedir.

İlk şiddet eylemlerinden daha uzakta gerçekleşen ölümlerin Soykırım Sözleşmesi'nin bu hükmü kapsamında ele alınıp alınamayacağı ise daha az yerleşmiş bir tartışma konusudur. Hukukçular, örneğin, ciddi bedensel veya zihinsel zarar verme veya fiziksel yıkıma yol açacak şekilde hesaplanmış yaşam koşullarının başarılı bir şekilde kasıtlı olarak uygulanması gibi diğer soykırım eylemlerinden kaynaklanan ölümlerin soykırım cinayetleri olarak kabul edilmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir.

Grup üyelerine ciddi bedensel veya zihinsel zarar verme Madde II(b)

Bu ikinci yasak eylem, çok çeşitli ölümcül olmayan soykırım eylemlerini kapsayabilir. ICTR ve Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICTY) tecavüz ve cinsel şiddetin hem fiziksel hem de zihinsel zarara yol açarak ikinci yasaklanmış soykırım eylemini oluşturabileceğine hükmetmiştir. ICTR, dönüm noktası niteliğindeki Akayesu kararında, tecavüz ve cinsel şiddetin "fiziksel ve psikolojik yıkıma" yol açtığına hükmetmiştir. Cinsel şiddet, soykırımcı şiddetin ayırt edici bir özelliğidir ve çoğu soykırım kampanyası bunu açıkça veya dolaylı olarak onaylar. Ruanda soykırımının üç ayında 250.000 ila 500.000 kadının tecavüze uğradığı ve bunların çoğunun birden fazla tecavüze veya toplu tecavüze maruz kaldığı tahmin edilmektedir. Darfur'da sistematik bir tecavüz ve sıklıkla cinsel sakatlama kampanyası yürütülmüş, Burma'da ise Burmalı güvenlik güçleri tarafından Rohingyalara toplu tecavüzler ve toplu tecavüzler uygulanmıştır. Cinsel kölelik, Osmanlı Türkleri tarafından gerçekleştirilen Ermeni soykırımında ve IŞİD'in Ezidi soykırımında belgelenmiştir.

İşkence ve diğer zalimane, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya ceza, gerekli kasıtla işlendiğinde, grup üyelerine ciddi bedensel veya zihinsel zarar vererek de soykırımdır. ICTY, hem başarısız bir infazı deneyimlemenin hem de kişinin aile üyelerinin öldürülmesini izlemesinin işkence teşkil edebileceğini tespit etmiştir. Suriye Soruşturma Komisyonu (COI) da köleleştirme, çocuklarını endoktrinasyon veya cinsel köleliğe götürme ve fiziksel ve cinsel şiddet eylemlerinin de işkence seviyesine yükseldiğini tespit etmiştir. Bazı tartışmalara konu olsa da, ICTY ve daha sonra Suriye COI, bazı koşullar altında sınır dışı etme ve zorla nakletmenin de ciddi bedensel veya zihinsel zarara neden olabileceğine karar vermiştir.

Gruba, fiziksel yıkımına yol açacak şekilde hesaplanmış yaşam koşullarını kasten uygulamak

Yasaklanan üçüncü eylem, soykırım amaçlı öldürme eyleminden ayrılır çünkü ölümler hemen gerçekleşmez (hatta gerçekleşmeyebilir), bunun yerine uzun süreli yaşamı desteklemeyen koşullar yaratır. Fiili imhanın gerçekleşmesinden önceki sürenin daha uzun olması nedeniyle, ICTR mahkemelerin koşulların dayatıldığı süreyi fiilin bir unsuru olarak değerlendirmeleri gerektiğine karar vermiştir. Yasayı hazırlayanlar, Nazi toplama kamplarının dehşetini hesaba katmak ve benzer koşulların bir daha asla uygulanmamasını sağlamak için yasayı dahil etmişlerdir. Bununla birlikte, Ermeni ölüm yürüyüşleri, Sincar Dağı'nın IŞİD tarafından kuşatılması, Darfur'daki etnik grupların sudan mahrum bırakılması ve zorla sürgün edilmesi ve Burma'daki toplulukların yıkılması ve yerle bir edilmesi için de geçerli olabilir.

ICTR, üçüncü yasanın ihlalini neyin oluşturduğuna dair rehberlik sağlamıştır. Akayesu'da, "bir grup insanın geçimlik bir diyete tabi tutulması, evlerinden sistematik olarak sürülmesi ve temel sağlık hizmetlerinin asgari gereksinimin altına düşürülmesi "nin soykırıma yol açtığını tespit etmiştir. Kayishema ve Ruzindana'da ise listeyi genişletmiştir: "uygun barınma, giyim, hijyen ve tıbbi bakım eksikliği veya aşırı çalışma veya fiziksel efor" koşulları arasında. Ayrıca, gerekli kaynaklardan mahrum bırakmanın yanı sıra, tecavüzün de bu yasaklanmış eylem kapsamına girebileceğini belirtmiştir.

Grup içinde doğumları önlemeye yönelik tedbirlerin uygulanması

Yasaklanan dördüncü eylem, korunan grubun üreme yoluyla yeniden oluşmasını engellemeye yöneliktir. Tek amacı üremeyi ve yakın ilişkileri etkilemek olan eylemleri kapsar; örneğin istem dışı kısırlaştırma, zorla kürtaj, evliliğin yasaklanması ve üremeyi önlemek amacıyla kadın ve erkeğin uzun süreli ayrı tutulması gibi. Tecavüzün iki temelde dördüncü yasak eylemi ihlal ettiği tespit edilmiştir: tecavüzün bir kadını hamile bırakmak ve böylece onu başka bir grubun çocuğunu taşımaya zorlamak amacıyla işlenmesi (grup kimliğinin babasoylu kimlik tarafından belirlendiği toplumlarda) ve tecavüze uğrayan kişinin daha sonra travmanın bir sonucu olarak üremeyi reddetmesi. Buna göre, failler tarafından uygulanan hem fiziksel hem de zihinsel önlemler dikkate alınabilir.

Grubun çocuklarının zorla başka bir gruba nakledilmesi

Yasaklanan son eylem, fiziksel veya biyolojik yıkıma yol açmayan, daha ziyade grubun kültürel ve sosyal bir birim olarak yok edilmesine yol açan tek yasaklanmış eylemdir. Korunan grubun çocukları fail gruba transfer edildiğinde ortaya çıkar. Erkek çocuklar tipik olarak isimleri fail grupta yaygın olan isimlerle değiştirilerek, dinleri değiştirilerek ve işgücü ya da asker olarak kullanılarak gruba dahil edilirler. Nakledilen kız çocukları genellikle fail gruba dönüştürülmez, bunun yerine hem Yezidi hem de Ermeni soykırımlarında olduğu gibi meta muamelesi görürler. Çocukları zorla nakletmek için kullanılan tedbirler, doğrudan güç veya tehdit, baskı veya gözaltı gibi psikolojik zorlama yoluyla uygulanabilir. Örneğin, Amerika'nın yerli halklarını zorla asimile etmek için çocukların yatılı okullara ve beyaz evlat edinen ailelere gönderilmesi, on dokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada'da yaygındı. Yatılı okullar ve evlat edinmeler, hükümetin çocukları ailelerinden ve dolayısıyla dillerinden, kültürlerinden, törenlerinden ve topraklarından koparmanın bir yoluydu; bu, hükümetlerin yerli halkları topraklarından ve tarihlerinden silme misyonlarına hizmet ediyordu.

Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi

Sözleşme, en az 20 ülkenin taraf olmasının ardından 12 Ocak 1951 tarihinde uluslararası hukuk olarak yürürlüğe girmiştir. Ancak o tarihte BM Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesinden sadece ikisi anlaşmaya taraftı: Fransa ve Çin Cumhuriyeti. Sovyetler Birliği 1954'te, Birleşik Krallık 1970'te, Çin Halk Cumhuriyeti 1983'te (1971'de BMGK'da Tayvan merkezli Çin Cumhuriyeti'nin yerini almıştır) ve Amerika Birleşik Devletleri 1988'de onaylamıştır.

William Schabas, Whitaker Raporu'nda önerildiği gibi Soykırım Sözleşmesi'nin uygulanmasını izleyecek ve devletlerden sözleşmeye uyumları konusunda raporlar yayınlamalarını isteyecek (İşkenceye Karşı Sözleşme'nin Birleşmiş Milletler İhtiyari Protokolü'ne dahil edildiği gibi) daimi bir organın sözleşmeyi daha etkili hale getireceğini öne sürmüştür.

BM Güvenlik Konseyi Kararı 1674

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından 28 Nisan 2006 tarihinde kabul edilen 1674 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararı, "2005 Dünya Zirvesi Sonuç Belgesi'nin, halkları soykırım, savaş suçları, etnik temizlik ve insanlığa karşı suçlardan koruma sorumluluğuna ilişkin 138. ve 139. paragraflarında yer alan hükümleri yeniden teyit etmektedir". Karar, konseyi silahlı çatışmalarda sivillerin korunması için harekete geçme taahhüdünde bulunmuştur.

2008 yılında BM Güvenlik Konseyi, "tecavüz ve diğer cinsel şiddet biçimlerinin savaş suçu, insanlığa karşı suç veya soykırım açısından kurucu bir eylem teşkil edebileceğini" kaydeden 1820 sayılı kararı kabul etmiştir.

Belediye hukuku

Sözleşme'nin Ocak 1951'de yürürlüğe girmesinden bu yana yaklaşık 80 Birleşmiş Milletler üyesi devlet CPPCG hükümlerini kendi iç hukuklarına dahil eden yasalar çıkarmıştır.

Soykırımın diğer tanımları

1998 yılında yazan Kurt Jonassohn ve Karin Björnson, CPPCG'nin diplomatik bir uzlaşmadan kaynaklanan yasal bir araç olduğunu belirtmişlerdir. Bu nedenle, antlaşmanın lafzı bir araştırma aracı olarak uygun bir tanım olarak tasarlanmamıştır ve bu amaçla kullanılmasına rağmen, diğerlerinin sahip olmadığı uluslararası yasal güvenilirliğe sahip olduğu için, başka soykırım tanımları da önerilmiştir. Jonassohn ve Björnson, bu alternatif tanımların hiçbirinin çeşitli nedenlerle yaygın destek kazanmadığını belirtmektedir. Jonassohn ve Björnson, genel kabul görmüş tek bir soykırım tanımının ortaya çıkmamasının en önemli nedeninin, akademisyenlerin farklı dönemleri vurgulamak için odak noktalarını değiştirmeleri ve biraz farklı tanımlar kullanmayı uygun bulmaları olduğunu ileri sürmektedir. Örneğin, Frank Chalk ve Kurt Jonassohn tüm insanlık tarihini incelerken, Leo Kuper ve Rudolph Rummel daha yakın tarihli çalışmalarında 20. yüzyıla yoğunlaşmış, Helen Fein, Barbara Harff ve Ted Gurr ise İkinci Dünya Savaşı sonrası olaylara bakmıştır.

Siyasi ve sosyal gruplar

CPPCG'nin yasal tanımında sosyal ve siyasi grupların soykırımın hedefi olarak dışlanması bazı tarihçiler ve sosyologlar tarafından eleştirilmiştir, örneğin M. Hassan Kakar, The Soviet Invasion and the Afghan Response, 1979-1982 adlı kitabında uluslararası soykırım tanımının çok kısıtlı olduğunu ve siyasi grupları veya fail tarafından tanımlanan herhangi bir grubu içermesi gerektiğini savunmakta ve Chalk ve Jonassohn'dan alıntı yapmaktadır: "Soykırım, bir devletin veya başka bir otoritenin, fail tarafından tanımlanan bir grubu ve bu gruba üyeliği yok etmeyi amaçladığı tek taraflı bir toplu öldürme biçimidir." Buna karşılık Etiyopya, Fransa ve İspanya gibi bazı devletler soykırım karşıtı yasalarında siyasi grupları meşru soykırım kurbanları olarak tanımlamaktadır.

Harff ve Gurr soykırımı "bir devlet veya onun temsilcileri tarafından bir grubun önemli bir kısmının ölümüyle sonuçlanan politikaların teşvik edilmesi ve uygulanması ..." olarak tanımlamıştır. [Mağdur gruplar öncelikle etnik köken, din veya milliyet gibi toplumsal özellikleri açısından tanımlandığında" olarak tanımlamıştır. Harff ve Gurr ayrıca soykırımlar ve siyasi cinayetler arasında, bir grubun üyelerinin devlet tarafından tanımlandığı özelliklere göre de ayrım yapmaktadır. Soykırımlarda, mağdur gruplar öncelikle etnik köken, din veya milliyet gibi toplumsal özellikleri açısından tanımlanır. Siyasi cinayetlerde ise mağdur gruplar öncelikle hiyerarşik konumları ya da rejime ve baskın gruplara karşı siyasi muhalefetleri açısından tanımlanır. Daniel D. Polsby ve Don B. Kates, Jr. şöyle demektedir: "Harff'ın soykırımlar ve 'pogromlar' arasında yaptığı ayrımı takip ediyoruz; Harff bunu 'yetkililer tarafından genellikle göz yumulmasına rağmen nadiren devam eden, çetelerin kısa süreli patlamaları' olarak tanımlamaktadır. Ancak Harff, şiddetin yeterince uzun sürmesi halinde, göz yumma ve suç ortaklığı arasındaki ayrımın ortadan kalkacağını savunmaktadır."

Rummel'e göre soykırımın üç farklı anlamı vardır. Olağan anlamı, insanların ulusal, etnik, ırksal veya dini grup üyelikleri nedeniyle hükümet tarafından öldürülmesidir. Soykırımın hukuki anlamı, uluslararası bir anlaşma olan Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'ne (CPPCG) atıfta bulunmaktadır. Bu aynı zamanda, doğumların engellenmesi veya çocukların gruptan başka bir gruba zorla nakledilmesi gibi, sonuçta grubu ortadan kaldıran öldürme dışı eylemleri de içerir. Soykırımın genelleştirilmiş anlamı sıradan anlamına benzemekle birlikte, hükümetin siyasi muhalifleri öldürmesini veya başka türlü kasıtlı cinayetleri de içerir. Hangi anlamın kastedildiğine dair karışıklığı önlemek için Rummel üçüncü anlam için democide terimini yaratmıştır.

Adrian Gallagher, 21. yüzyılda devlet ve devlet dışı aktörlerin, örneğin başarısız devletlerde ya da kitle imha silahları edinen devlet dışı aktörler olarak soykırım yapma potansiyelini vurgulayarak soykırımı 'Kolektif bir güç kaynağının (genellikle bir devlet), göreceli grup büyüklüğüne bağlı olarak bir grubu (fail tarafından tanımlandığı şekliyle) tamamen ya da önemli bir kısmını yok etmek amacıyla güç tabanını kasıtlı olarak bir imha süreci uygulamak için kullanması' olarak tanımlamıştır. Tanım, niyetin merkeziliğini, yok etmenin çok boyutlu anlayışını korumakta, grup kimliği tanımını 1948 tanımının ötesine genişletmekte, ancak soykırım olarak sınıflandırılabilmesi için bir grubun önemli bir kısmının yok edilmesi gerektiğini savunmaktadır.

Soykırımın diğer tanımları cinsiyet, cinsel yönelim veya cinsiyet kimliği ile tanımlanan sosyal grupları da içermektedir.

Transgender soykırımı

Cinsiyet kimliği ile birlikte trans soykırımı, 2008 yılından bu yana Trans Cinayetlerini İzleme projesi tarafından sistematik olarak izlenen trans bireylere yönelik yaygın şiddet olaylarının ardından ortaya çıkmıştır. 2013 yılında, "Bazı uluslararası trans aktivistler, küresel ölçekte translara yönelik ölümcül şiddetin sürekli artan seviyesini yansıtmak için 'transcide' terimini kullanmaya başlamış ve Güney Amerika ve Avrupa'dan STK'ların oluşturduğu bir koalisyon "Trans Soykırımını Durdurun" kampanyasını başlatmıştır." "Trancide" terimi, daha önceki bir terim olan gendercide'ı takip etmektedir. Hukukçular, kurumsal ayrımcılık, zulüm ve şiddet mağduru oldukları için soykırım tanımının trans bireylere de uygulanması ya da trans bireyleri de kapsayacak şekilde genişletilmesi gerektiğini savunuyor. Kritz, mevcut yasanın trans bireyleri korumak için geçerli olmadığını ve genişletilmesi gerektiğini savunmaktadır. Benzer argümanlar "insanlığa karşı suçların" yasal tanımına ilişkin olarak da ileri sürülmüştür. Hukuk çalışmalarının yanı sıra, trans soykırımı queer çalışmaları, nefret çalışmaları ve diğer alanlardaki akademisyenler tarafından da incelenmiştir.

Uluslararası kovuşturma

Ad hoc mahkemeler tarafından

Kızıl Kmerler'in baş ideoloğu Nuon Chea, 5 Aralık 2011 tarihinde Kamboçya Soykırım Mahkemesi önünde

CPPCG'yi imzalayan tüm taraflar hem barış hem de savaş zamanında soykırım eylemlerini önlemek ve cezalandırmakla yükümlüdür, ancak bazı engeller bu uygulamayı zorlaştırmaktadır. Özellikle Bahreyn, Bangladeş, Hindistan, Malezya, Filipinler, Singapur, Amerika Birleşik Devletleri, Vietnam, Yemen ve eski Yugoslavya gibi bazı imzacılar, rızaları olmadan Uluslararası Adalet Divanı'nda kendilerine karşı soykırım iddiasında bulunulamayacağı şartıyla imza atmışlardır. Diğer imzacıların (özellikle Kıbrıs ve Norveç) bu çekincelerin etik ve hukuki statüsüne ilişkin resmi protestolarına rağmen, ABD'nin 1999 Kosova Savaşı'nın ardından eski Yugoslavya tarafından kendisine yöneltilen soykırım suçlamasına izin vermeyi reddetmesinde olduğu gibi, zaman zaman bu çekincelerin sağladığı kovuşturmadan muafiyete başvurulmuştur.

Soykırımın, en azından İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana, uluslararası teamül hukuku ve geleneksel uluslararası hukuk uyarınca yasadışı olduğu genel olarak kabul edilmektedir. Soykırım eylemlerinin kovuşturmaya tabi tutulması genellikle zordur çünkü bir hesap verebilirlik zincirinin kurulması gerekir. Uluslararası ceza mahkemeleri ve mahkemeler, öncelikle ilgili devletler bu büyüklükteki suçları kendileri kovuşturamadıkları veya kovuşturmak istemedikleri için işlev görürler.

Nürnberg Mahkemesi (1945-1946)

Nazi liderleri Nürnberg Adalet Sarayı'nda

Dünya Savaşı'ndan kısa bir süre sonra Holokost ve diğer toplu katliamlara katıldıkları için yargılanan Nazi liderleri, 1948 Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'ne (CPPCG) kadar 'soykırım' suçu resmi olarak tanımlanmadığı için, insanlığa karşı suçlar gibi mevcut uluslararası yasalar kapsamında suçlandılar. Bununla birlikte, yeni icat edilen bu terim, Nazi liderlerinin iddianamesinde, suçlananların "belirli ırkları ve insan sınıflarını ve ulusal, ırksal veya dini grupları, özellikle Yahudileri, Polonyalıları, Çingeneleri ve diğerlerini yok etmek amacıyla işgal altındaki belirli toprakların sivil nüfusuna karşı kasıtlı ve sistematik soykırım -yani ırksal ve ulusal grupların imhası- gerçekleştirdiklerini" belirten 3. maddede yer aldı.

Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi (1993-2017)

Srebrenitsa-Potoçari Soykırım Kurbanları Anıt ve Mezarlığı'ndaki mezarlık

Bosna soykırımı terimi, 1995 yılında Srebrenitsa'da Sırp güçleri tarafından işlenen cinayetlere ya da 1992-1995 Bosna Savaşı sırasında başka yerlerde gerçekleşen etnik temizliğe atıfta bulunmak için kullanılır.

2001 yılında Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICTY) 1995 Srebrenitsa katliamının bir soykırım eylemi olduğuna karar verdi. 26 Şubat 2007'de Uluslararası Adalet Divanı (UAD), Bosna Soykırımı Davası'nda, ICTY'nin Srebrenica ve Zepa'daki katliamın soykırım teşkil ettiğine dair daha önceki bulgusunu onayladı, ancak Sırp hükümetinin Bosna hükümetinin iddia ettiği gibi savaş sırasında Bosna Hersek topraklarında daha geniş bir soykırıma katılmadığına karar verdi.

12 Temmuz 2007 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Nikola Jorgić'in bir Alman mahkemesi tarafından soykırım suçundan mahkum edilmesine karşı yaptığı temyiz başvurusunu reddederken (Jorgic v. Almanya), Alman mahkemelerinin soykırımı daha geniş yorumlamasının benzer davalara bakan uluslararası mahkemeler tarafından reddedildiğini belirtmiştir. AİHM ayrıca, 21. yüzyılda "Akademisyenler arasında çoğunluk, Bosna Hersek'te Sırp güçleri tarafından Müslümanları ve Hırvatları evlerinden çıkarmak amacıyla gerçekleştirildiği şekliyle etnik temizliğin soykırım teşkil etmediği görüşünü benimsemiştir. Bununla birlikte, bu eylemlerin soykırım anlamına geldiğini öne süren önemli sayıda akademisyen de vardır ve ICTY, Momcilo Krajisnik davasında Prijedor'da soykırım suçunun işlendiğini tespit etmiştir "Soykırım suçlamasıyla ilgili olarak, Daire, belediyelerde soykırım suçunu oluşturan eylemlerin işlendiğine dair kanıtlara rağmen".

1990'ların başında Bosna'da soykırıma katılmak ya da soykırımda suç ortaklığı yapmakla suçlanan yaklaşık 30 kişi bulunuyor. Bugüne kadar, birkaç savunma pazarlığı ve temyizde başarıyla itiraz edilen bazı mahkumiyet kararlarının ardından iki kişi, Vujadin Popović ve Ljubiša Beara, soykırım yapmaktan, Zdravko Tolimir soykırım yapmaktan ve soykırım yapmak için komplo kurmaktan ve diğer iki kişi, Radislav Krstić ve Drago Nikolić, soykırıma yardım ve yataklık etmekten suçlu bulundu. Diğer üç kişi Alman mahkemeleri tarafından Bosna'daki soykırımlara katılmaktan suçlu bulunmuş, bunlardan biri olan Nikola Jorgić Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde mahkumiyetine karşı yaptığı temyiz başvurusunu kaybetmiştir. Bosnalı Sırp güvenlik güçlerinin eski üyeleri olan sekiz kişi daha Bosna Hersek Devlet Mahkemesi tarafından soykırımdan suçlu bulundu (Bkz. Bosna soykırımı kovuşturmaları listesi).

Slobodan Milošević, Sırbistan ve Yugoslavya'nın eski Cumhurbaşkanı olarak ICTY'de yargılanan en üst düzey siyasi figürdü. Bosna Hersek topraklarında soykırım ya da soykırıma suç ortaklığı yapmakla suçlandığı davası sırasında 11 Mart 2006'da öldü, bu nedenle hakkında herhangi bir karar verilmedi. 1995 yılında ICTY, Bosnalı Sırplar Radovan Karadžić ve Ratko Mladić hakkında soykırım dahil çeşitli suçlamalarla tutuklama emri çıkardı. Karadžić 21 Temmuz 2008 tarihinde Belgrad'da tutuklandı ve daha sonra diğer suçların yanı sıra soykırımla suçlanarak Lahey'de yargılandı. Karadžić, 24 Mart 2016 tarihinde Srebrenica'da soykırım, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar olmak üzere toplam 11 suçlamanın 10'undan suçlu bulunarak 40 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Mladić 26 Mayıs 2011 tarihinde Sırbistan'ın Lazarevo kentinde tutuklanmış ve Lahey'de yargılanmıştı. Mladić, 22 Kasım 2017 tarihinde verilen kararda, soykırım da dahil olmak üzere 11 suçlamanın 10'undan suçlu bulundu ve ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.

Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi (1994'ten günümüze)

1994 Ruanda soykırımının kurbanları

Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi (ICTR), Ruanda'da Nisan 1994'te meydana gelen ve 6 Nisan'da başlayan soykırım sırasında işlenen suçların yargılanması için Birleşmiş Milletler himayesinde kurulan bir mahkemedir. ICTR, 8 Kasım 1994 tarihinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından Ruanda topraklarında veya Ruanda vatandaşları tarafından 1 Ocak ve 31 Aralık 1994 tarihleri arasında gerçekleştirilen soykırım eylemlerinden ve diğer ciddi uluslararası hukuk ihlallerinden sorumlu kişileri yargılamak üzere kurulmuştur.

ICTR bugüne kadar on dokuz davayı tamamlamış ve yirmi yedi sanığı mahkum etmiştir. 14 Aralık 2009 tarihinde iki kişi daha işledikleri suçlar nedeniyle suçlanmış ve mahkum edilmiştir. Diğer yirmi beş kişi halen yargılanmaktadır. Yirmi bir kişi tutuklu olarak yargılanmayı beklemektedir, 14 Aralık 2009 tarihinde bunlara iki kişi daha eklenmiştir. On kişi ise halen kaçak durumdadır. Jean-Paul Akayesu'nun ilk davası 1997 yılında başladı. Ekim 1998'de Akayesu ömür boyu hapse mahkum edildi. Geçici Başbakan Jean Kambanda suçunu kabul etti.

Kamboçya Mahkemelerindeki Olağanüstü Daireler (2003'ten günümüze)

Tuol Sleng Soykırım Müzesi'nin odalarında Kızıl Kmerler tarafından kurbanlarının çekilmiş binlerce fotoğrafı bulunmaktadır.
Choeung Ek'teki kafatasları

Pol Pot, Ta Mok ve diğer liderler tarafından yönetilen Kızıl Kmerler, ideolojik olarak şüpheli grupların toplu katliamını organize etmiştir. Toplam kurban sayısının 1975-1979 yılları arasında köle olarak çalıştırılma sonucu ölenler de dahil olmak üzere 1.7 milyon Kamboçyalı olduğu tahmin edilmektedir.

6 Haziran 2003 tarihinde Kamboçya hükümeti ve Birleşmiş Milletler, 1975-1979 yılları arasındaki Kızıl Kmer yönetimi döneminde sadece en üst düzey Kızıl Kmer yetkilileri tarafından işlenen suçlara odaklanacak olan Kamboçya Mahkemelerinde Olağanüstü Dairelerin (ECCC) kurulması konusunda anlaşmaya vardı. Yargıçlar Temmuz 2006 başında yemin ettiler.

Soykırım suçlamaları, Kamboçya'nın Vietnamlı ve Cham azınlıklarının öldürülmesiyle ilgili olup, onbinlerce ve muhtemelen daha fazla cinayeti kapsadığı tahmin edilmektedir.

Soruşturma yargıçlarına 18 Temmuz 2007 tarihinde savcılık tarafından beş olası şüphelinin ismi sunulmuştur.

  • Kang Kek Iew resmi olarak savaş suçu ve insanlığa karşı suç işlemekle suçlandı ve 31 Temmuz 2007 tarihinde Mahkeme tarafından gözaltına alındı. Kendisi 12 Ağustos 2008 tarihinde savaş suçu ve insanlığa karşı suç işlemekle itham edilmiştir. Savaş suçları ve insanlığa karşı suçlardan mahkumiyetine karşı yaptığı itiraz 3 Şubat 2012 tarihinde reddedildi ve ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.
  • Eski bir başbakan olan Nuon Chea, 15 Eylül 2010 tarihinde soykırım, savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve Kamboçya yasaları kapsamındaki diğer bazı suçlarla itham edildi. Kendisi 19 Eylül 2007 tarihinde ECCC'nin gözetimine transfer edilmiştir. Yargılanması 27 Haziran 2011'de başladı ve 7 Ağustos 2014'te insanlığa karşı suçlardan ömür boyu hapis cezasına çarptırılmasıyla sona erdi.
  • Eski bir devlet başkanı olan Khieu Samphan, 15 Eylül 2010 tarihinde soykırım, savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve Kamboçya yasaları kapsamındaki diğer bazı suçlarla itham edildi. Kendisi 19 Eylül 2007 tarihinde ECCC'nin gözetimine transfer edilmiştir. Davası 27 Haziran 2011'de başladı ve 7 Ağustos 2014'te insanlığa karşı suçlardan ömür boyu hapis cezasına çarptırılmasıyla sona erdi.
  • Eski bir dışişleri bakanı olan Ieng Sary, 15 Eylül 2010 tarihinde soykırım, savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve Kamboçya yasaları kapsamındaki diğer bazı suçlarla itham edildi. Kendisi 12 Kasım 2007 tarihinde ECCC'nin gözetimine transfer edilmiştir. Yargılanması 27 Haziran 2011 tarihinde başladı ve 14 Mart 2013 tarihinde ölümüyle sona erdi. Hiçbir zaman mahkum edilmedi.
  • Ieng Thirith, eski sosyal işler bakanı ve Ieng Sary'nin eşi. 15 Eylül 2010 tarihinde soykırım, savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve Kamboçya yasalarına göre diğer bazı suçlarla itham edildi. Kendisi 12 Kasım 2007 tarihinde ECCC'nin gözetimine transfer edilmiştir. Hakkındaki yargılamalar sağlık değerlendirmesi yapılana kadar askıya alındı. Eylül 2012'de ilerlemiş Alzheimer hastalığı nedeniyle cezaevinden tahliye edildi; 22 Ağustos 2015'te hastalığın komplikasyonları nedeniyle 83 yaşında öldü.

Bazı uluslararası hukukçular ile Kamboçya hükümeti arasında Mahkeme tarafından başka kişilerin yargılanıp yargılanmaması konusunda anlaşmazlık yaşanmıştır.

Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından

2002 yılından bu yana, Uluslararası Ceza Mahkemesi, ulusal mahkemelerin soykırımı soruşturmak veya kovuşturmak konusunda isteksiz veya yetersiz olması halinde yargı yetkisini kullanabilmekte, böylece bir "son çare mahkemesi" olarak, suçlu olduğu iddia edilen kişiler üzerinde yargı yetkisini kullanma konusundaki birincil sorumluluğu münferit devletlere bırakmaktadır. ABD'nin UCM'ye ilişkin endişeleri nedeniyle, ABD bu tür soruşturmalar ve potansiyel kovuşturmalar için özel olarak toplanmış uluslararası mahkemeleri kullanmaya devam etmeyi tercih etmektedir.

Darfur, Sudan

Kuzey Darfur'daki Abu Shouk IDP kampında hasta bebeğiyle bir anne

Darfur'daki durumun soykırım olarak sınıflandırılması konusunda pek çok tartışma yaşanmıştır. Sudan'ın Darfur bölgesinde 2003 yılında başlayan ve halen devam etmekte olan çatışma, 9 Eylül 2004 tarihinde Senato Dış İlişkiler Komitesi önünde ifade veren ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell tarafından "soykırım" olarak ilan edilmiştir. Ancak o tarihten bu yana BM Güvenlik Konseyi'nin başka hiçbir daimi üyesi bunu yapmamıştır. Aslında, Ocak 2005'te, BM Güvenlik Konseyi'nin 2004 tarihli 1564 sayılı kararıyla yetkilendirilen Darfur Uluslararası Soruşturma Komisyonu, Genel Sekreter'e "Sudan Hükümeti'nin bir soykırım politikası izlemediğini" belirten bir rapor sundu. Bununla birlikte Komisyon şu uyarıda bulunmuştur: "Darfur'da Hükümet yetkilileri tarafından doğrudan ya da kontrolleri altındaki milisler aracılığıyla soykırım politikası izlenmediği ve uygulanmadığı sonucuna varılması, bu bölgede işlenen suçların ağırlığını hiçbir şekilde azaltmamalıdır. Darfur'da işlenen insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları gibi uluslararası suçlar soykırımdan daha az ciddi ve iğrenç olmayabilir."

Mart 2005'te Güvenlik Konseyi, Komisyon raporunu dikkate alarak ancak herhangi bir suçtan bahsetmeksizin Darfur'daki durumu Uluslararası Ceza Mahkemesi Savcısına resmen havale etti. Güvenlik Konseyi'nin iki daimi üyesi, Amerika Birleşik Devletleri ve Çin, sevk kararına ilişkin oylamada çekimser kaldılar. Güvenlik Konseyi'ne sunduğu dördüncü rapor itibariyle Savcı, "[BM Güvenlik Konseyi'nin 1593 sayılı kararında] tanımlanan kişilerin insanlığa karşı suç ve savaş suçu işlediklerine inanmak için makul gerekçeler" bulmuş, ancak soykırım suçundan dava açmak için yeterli kanıt bulamamıştır.

Nisan 2007'de UCM yargıçları eski İçişleri Bakanı Ahmad Harun ve milis Janjaweed lideri Ali Kushayb hakkında insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları nedeniyle tutuklama emri çıkardı.

14 Temmuz 2008'de Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) savcıları Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir'e on savaş suçu isnadında bulundu: üçü soykırım, beşi insanlığa karşı suç ve ikisi cinayet. UCM savcıları, El Beşir'in Darfur'daki üç kabile grubunu etnik kökenleri nedeniyle "önemli ölçüde yok etmek için bir plan hazırladığını ve uyguladığını" iddia etti.

4 Mart 2009 tarihinde, UCM I. Ön Yargılama Dairesi, Sudan Devlet Başkanı Ömer El Beşir'in devlet başkanı olarak konumunun kendisine UCM önünde yargılanmaya karşı dokunulmazlık sağlamadığı sonucuna vardığı için UCM, El Beşir hakkında tutuklama emri çıkarmıştır. Arama emri savaş suçları ve insanlığa karşı işlenen suçlar içindi. Soykırım suçunu içermiyordu çünkü Daire'nin çoğunluğu savcıların böyle bir suçlama için yeterli delil sunmadığına kanaat getirmişti. Daha sonra bu karar Temyiz Heyeti tarafından değiştirildi ve ikinci kararın yayınlanmasının ardından Ömer El Beşir'e yöneltilen suçlamalar üç soykırım suçunu içeriyor.

Örnekler

Naziler tarafından Mauthausen toplama kampında tutulan çıplak Sovyet savaş esirleri. Siyaset bilimci Adam Jones şöyle yazmıştır: "En az 3,3 milyon Sovyet savaş esirinin öldürülmesi, modern soykırımlar arasında en az bilinenlerden biridir; bu konuda hala İngilizce tam uzunlukta bir kitap yoktur."

Soykırım kavramı tarihsel olaylara uygulanabilir. CPPCG'nin önsözünde "tarihin her döneminde soykırımın insanlığa büyük kayıplar verdirdiği" belirtilmektedir. Soykırım iddialarına karşı çıkmaya ya da bu iddiaları doğrulamaya yönelik revizyonist girişimler bazı ülkelerde yasa dışıdır. Bazı Avrupa ülkelerinde Holokost'un inkârı ve Ermeni soykırımının inkârı yasaklanırken, Türkiye'de Ermeni soykırımı, Rum soykırımı ve Sayfo ile Lübnan Dağı'nda Marunileri etkileyen Büyük Kıtlık sırasında yaşanan kitlesel açlık dönemine soykırım olarak atıfta bulunmak 301. madde kapsamında kovuşturulabilmektedir.

Tarihçi William Rubinstein, 20. yüzyıl soykırımlarının kökeninin I. Dünya Savaşı'nın ardından Avrupa'nın bazı bölgelerinde elit yapının ve normal yönetim biçimlerinin çöküşüne kadar götürülebileceğini savunmaktadır:

'Totalitarizm Çağı', Yahudi Holokostu başta olmak üzere, Komünist dünyanın toplu katliam ve tasfiyelerini, Nazi Almanyası ve müttefikleri tarafından gerçekleştirilen diğer toplu katliamları ve 1915 Ermeni soykırımını da içerecek şekilde, modern tarihin neredeyse tüm rezil soykırım örneklerini kapsamaktadır. Burada tüm bu katliamların ortak bir kökeni olduğu savunulmaktadır: Birinci Dünya Savaşı sonucunda Orta, Doğu ve Güney Avrupa'nın büyük bir kısmının elit yapısının ve normal yönetim biçimlerinin çökmesi; bu savaş olmasaydı ne Komünizm ne de Faşizm, bilinmeyen kışkırtıcıların ve çatlakların zihinleri dışında kesinlikle var olamazdı.

Esther Brito'ya göre, devletlerin soykırım yapma biçimleri evrim geçirmiştir. 21. yüzyılda soykırım kampanyaları, soykırımın süresini, yoğunluğunu ve metodolojisini ayarlayarak soykırımı önlemek, hafifletmek ve kovuşturmak için tasarlanmış uluslararası sistemleri atlatmaya çalışmıştır. Modern soykırımlar genellikle geleneksel soykırımlardan çok daha uzun bir zaman ölçeğinde gerçekleşmekte, yıllar veya on yıllar sürmektedir. Bu da şiddetin yavaşlamasına yol açmakta ve geleneksel dayak ve infaz yöntemleri yerine, etkisi aynı olmakla birlikte daha az doğrudan ölümcül taktikler kullanılmaktadır. Bu yeni soykırım biçiminin örnekleri arasında Rohingya soykırımı ve Uygur soykırımı sayılabilir. Endonezya'da Batı Papualılara yönelik suistimaller de ağır çekim soykırım olarak tanımlanmıştır.

Holodomor, 1933. Fotoğraf Alexander Wienerberger tarafından çekildi.

Soykırım terimini bulan Polonyalı Yahudi avukat Raphael Lemkin'in 1943'te dediğine göre, "Soykırım tarihte birçok kez gerçekleşti. Önce Ermenilerin başına geldi, ardından da Hitler harekete geçti."

1951'de soykırım, Birleşmiş Milletler tarafından uluslararası hukuk altında bir suç haline getirildi; buna rağmen bu tarihten beri dünya çapında gerçekleşen soykırım olaylarında 12 milyondan fazla sivil öldürüldü.

Aşamalar, risk faktörleri ve önleme

Soykırımın risk faktörleri ve önlenmesine ilişkin çalışmalar, konuyla ilgili çok sayıda bildirinin sunulduğu 1982 Uluslararası Holokost ve Soykırım Konferansı'ndan önce de devam etmekteydi. Soykırım İzleme Örgütü Başkanı Gregory Stanton 1996 yılında Amerika Birleşik Devletleri Dışişleri Bakanlığı'nda "Soykırımın 8 Aşaması" adlı bir brifing sunmuştur. Stanton bu bildiride soykırımın "öngörülebilir ancak amansız olmayan" sekiz aşamada geliştiğini öne sürmüştür.

Stanton raporu Ruanda Soykırımından kısa bir süre sonra Dışişleri Bakanlığına sunulmuştur ve analizinin büyük bir kısmı bu soykırımın neden meydana geldiğine dayanmaktadır. Brifing belgesinin asıl hedef kitlesi göz önüne alındığında, önerilen önleyici tedbirler, ABD'nin diğer hükümetler üzerindeki etkisini kullanarak doğrudan veya dolaylı olarak uygulayabileceği tedbirlerdi.

Nisan 2012'de Stanton'ın yakında resmi olarak orijinal teorisine Ayrımcılık ve Zulüm olmak üzere iki yeni aşama ekleyeceği ve böylece 10 aşamalı bir soykırım teorisi oluşturacağı bildirilmiştir.

Aşama Özellikler Önleyici tedbirler
1.
Sınıflandırma
İnsanlar "biz ve onlar" olarak ikiye ayrılmıştır. "Bu erken aşamada temel önleyici tedbir, bölünmeleri aşan evrenselci kurumlar geliştirmektir."
2.
Sembolleştirme
"Nefretle birleştiğinde, semboller parya grupların isteksiz üyelerine zorla kabul ettirilebilir..." "Sembolleştirmeyle mücadele etmek için, nefret söylemi gibi nefret sembolleri de yasal olarak yasaklanabilir".
3.

Ayrımcılık

"Yasa veya kültürel güç, grupları tam medeni haklardan mahrum bırakır: ayrımcılık veya apartheid yasaları, oy verme hakkının reddedilmesi". "Ayrımcılığı yasaklayan yasalar çıkarın ve uygulayın. Tüm gruplar için tam vatandaşlık ve oy hakkı."
4.
İnsanlıktan Çıkarma
"Bir grup diğer grubun insanlığını inkar eder. Diğer grubun üyeleri hayvanlarla, haşaratla, böceklerle ya da hastalıklarla bir tutuluyor." "Yerel ve uluslararası liderler nefret söylemini kınamalı ve kültürel olarak kabul edilemez hale getirmelidir. Soykırımı teşvik eden liderler uluslararası seyahatlerden men edilmeli ve dış finansmanları dondurulmalıdır."
5.
Organizasyon
"Soykırım her zaman örgütlüdür... Özel ordu birlikleri veya milisler genellikle eğitilir ve silahlandırılır..." "BM, soykırım katliamlarına karışan ülkelerin hükümetlerine ve vatandaşlarına silah ambargosu uygulamalı ve ihlalleri araştırmak üzere komisyonlar kurmalıdır."
6.
Polarizasyon
"Nefret grupları kutuplaştırıcı propaganda yayınlıyor..." "Önleme, ılımlı liderler için güvenlik koruması veya insan hakları gruplarına yardım anlamına gelebilir... Aşırılık yanlılarının darbelerine uluslararası yaptırımlarla karşı çıkılmalıdır."
7.
Hazırlık
"Kurbanlar etnik veya dini kimlikleri nedeniyle tespit edilip ayrıştırılıyor..." "Bu aşamada Soykırım Acil Durumu ilan edilmelidir. ..."
8.

Zulüm

"Kamulaştırma, zorla yerinden etme, gettolar, toplama kampları". "Mağdur gruplara doğrudan yardım, zulmedenlere karşı hedefli yaptırımlar, insani yardım veya müdahalenin harekete geçirilmesi, mültecilerin korunması."
9.
İmha
"Katiller için bu bir 'imha' çünkü kurbanlarının tam anlamıyla insan olduğuna inanmıyorlar". "Bu aşamada, sadece hızlı ve ezici bir silahlı müdahale soykırımı durdurabilir. Ağır silahlı uluslararası koruma ile gerçek güvenli bölgeler veya mülteci kaçış koridorları oluşturulmalıdır."
10.
Reddetme
"Failler... herhangi bir suç işlediklerini inkar ediyorlar..." "İnkâra verilecek yanıt, uluslararası bir mahkeme veya ulusal mahkemeler tarafından cezalandırılmaktır."

Diğer yazarlar soykırıma yol açan yapısal koşullara ve soykırıma doğru bir evrim yaratan psikolojik ve sosyal süreçlere odaklanmıştır. Ervin Staub, ekonomik bozulma ve siyasi karışıklık ve düzensizliğin, birçok soykırım ve toplu katliam örneğinde artan ayrımcılık ve şiddetin başlangıç noktaları olduğunu göstermiştir. Bunlar bir grubun günah keçisi ilan edilmesine ve o grubu düşman olarak tanımlayan ideolojilere yol açmıştır. Kurban haline gelen grubun değersizleştirildiği bir geçmiş, fail haline gelen gruba karşı geçmişte uygulanan ve psikolojik yaralar açan şiddet, otoriter kültürler ve siyasi sistemler ile iç ve dış tanıkların (seyircilerin) pasifliği, şiddetin soykırıma dönüşme olasılığına katkıda bulunur. Gruplar arasında çözülemeyen, inatçı ve şiddetli hale gelen yoğun çatışmalar da soykırıma yol açabilir. 2006 yılında Dirk Moses soykırım çalışmalarını "soykırımı sona erdirme konusundaki oldukça zayıf sicili" nedeniyle eleştirmiştir.

Soykırımın gerçekleşmesi için bazı ön koşulların olması gerekir. Öncelikle insan hayatına çok büyük bir değer vermeyen bir millî kültür olmalı. Üstün olduğu varsayılan bir ideolojiye sahip totaliter bir toplum da soykırıma yönelik hareketlerin önkoşullarındandır. Ayrıca baskın olan toplum potansiyel kurbanlarını daha az insani görmelidir: “paganlar”, “ilkeller”, “yontulmamış barbarlar”, “kafirler”, “yozlaşmışlar”, “dinsel sapkınlar”, “aşağı ırk” "sınıf karşıtları", "karşı devrimciler" ve benzeri. Tek başına bu koşullar faillerin soykırım yapması için yeterli değildir. Bunu yapmak için –yani soykırıma kalkışmak için- faillerin güçlü, merkezi bir otoriteye ve bürokratik örgütlenmeye olduğu gibi hastalıklı bireylere ve suçlulara da ihtiyacı vardır. Ayrıca faillerin kurbanlara yönelik bir karalama ve hümanizm karşıtı kampanya yapması gerekir. Bunlar genellikle yeni bir ideolojiye ve toplum modeline güven aşılamaya çalışan yeni devletler ya da yeni rejimlerdir. -M. Hassan Kakar