Abbâsîler

bilgipedi.com.tr sitesinden
Abbasi Halifeliği
اَلْخِلَافَةُ ٱلْعَبَّاسِيَّةُ
el-Hilâfetü'l-ʿAbbâsiyye
  • 750–1258
  • 1261–1517
Abbasilerin Bayrağı
Siyah Standart
Yaklaşık 850 yılında Abbasi Halifeliği
Yaklaşık 850 yılında Abbasi Halifeliği
Durumİmparatorluk
Sermaye
  • Kufe
    (750–752)
  • Anbar
    (752–762)
  • al-Rumiyyah
    (762'de bir ay)
  • Bağdat
    (762–796, 809–836, 892–1258)
  • Rakka
    (796–809)
  • Merv
    (811–815)
  • Samarra
    (836–892)
  • Kahire
    (1261–1517)
Ortak dillerKlasik Arapça (merkezi yönetim); çeşitli bölgesel diller
Din Sünni İslam
HükümetHalifelik (Kalıtsal)
Halife 
• 750–754
As-Saffah (ilk)
• 1242–1258
Al-Musta'sim (Bağdat'taki son Halife)
• 1508–1517
el-Mütevekkil III (Kahire'deki son Halife)
Tarih 
- Kuruluş
750
- Abbasilerin Düşüşü
861
- El-Radi'nin ölümü ve Geç Abbasi döneminin başlangıcı (940-1258).
940
- Moğolların Bağdat'ı yağmalaması
1258
- Kurulmamış
1517
Para Birimi
  • Dinar (altın para)
  • Dirhem (gümüş para)
  • Fals (bakır para)
Öncesinde Tarafından başarıldı
Emevi Halifeliği
Dabuyid Hanedanlığı
Memlük Sultanlığı
Moğol İmparatorluğu
Osmanlı İmparatorluğu
Córdoba Emirliği
İdrisî Hanedanı
Ziyarid Hanedanlığı
Sajid Hanedanı
Saffarid Hanedanlığı
Fatımi Halifeliği
Buyid Hanedanlığı
Osmanlı Hilafeti

Abbasi Halifeliği (/əˈbæsɪd/ veya /ˈæbəsɪd/ Arapça: اَلْخِلَافَةُ ٱلْعَبَّاسِيَّةُ, al-Khilāfah al-ʿAbbāsiyyah), İslam peygamberi Muhammed'in yerine geçen üçüncü halifeliktir. Peygamber'in amcası Abbas ibn Abdül-Muttalib'in (MS 566-653) soyundan gelen bir hanedan tarafından kurulmuştur. MS 750 (Hicri 132) yılındaki Abbasi Devrimi ile Emevi Halifeliğini yıktıktan sonra, halifeliğin büyük bir kısmını günümüz Irak'ında bulunan başkentleri Bağdat'ta halife olarak yönetmişlerdir. Abbasi Halifeliği ilk olarak günümüz Irak'ında bulunan Kufe'de hükümetini kurdu, ancak 762 yılında halife El-Mansur eski Babil başkenti Babil'in yakınında Bağdat şehrini kurdu. Bağdat, İslam'ın Altın Çağı olarak bilinen dönemde bilim, kültür ve icadın merkezi haline geldi. Bilgelik Evi de dahil olmak üzere birçok önemli akademik kuruma ev sahipliği yapmasının yanı sıra çok etnikli ve çok dinli bir ortama sahip olması, Bağdat'a dünya çapında "Öğrenim Merkezi" olarak ün kazandırdı.

Abbasi dönemine, bölgelerin yönetiminde Fars bürokratlara (Barmakid ailesi gibi) bağımlılığın yanı sıra Arap olmayan Müslümanların ümmete (Müslüman topluluğu) giderek daha fazla dahil olması damgasını vurmuştur. Fars gelenekleri yönetici elit tarafından geniş ölçüde benimsendi ve sanatçılar ile âlimler himaye edilmeye başlandı. Başlangıçtaki bu işbirliğine rağmen, 8. yüzyılın sonlarında Abbasiler hem Arap olmayan mevaliyi (müşterileri) hem de Fars bürokratları yabancılaştırdı. Endülüs (bugünkü İspanya ve Portekiz) üzerindeki otoritelerini 756'da Emevilere, Fas'ı 788'de İdrisilere, İfrıkiye ve Sicilya'yı 800'de Ağlabidilere, Horasan ve Maveraünnehir'i Samanilere, İran'ı 870'lerde Saffarilere ve Mısır'ı 969'da Fatımilerin İsmaili-Şii halifeliğine bırakmak zorunda kaldılar.

Halifelerin siyasi gücü, sırasıyla 945 ve 1055'te Bağdat'ı ele geçiren İranlı Büveyhiler ve Selçuklu Türklerinin yükselişiyle sınırlandı. Abbasilerin geniş İslam imparatorluğu üzerindeki liderliği, Halifeliğin büyük bölümünde kademeli olarak törensel bir dini işleve indirgenmiş olsa da, hanedan Halife El-Muktefi döneminde Mezopotamya bölgesinin kontrolünü elinde tutmuş ve Halife El-Nasır döneminde İran'a kadar uzanmıştır. Abbasilerin kültürel canlanma ve meyvelerini verme çağı 1258'de Bağdat'ın Hülagü Han yönetimindeki Moğollar tarafından yağmalanması ve El-Musta'sim'in idam edilmesiyle sona erdi. Abbasi hükümdarları ve genel olarak Müslüman kültürü, 1261'de Memlük başkenti Kahire'de yeniden merkezileşti. Siyasi güçten yoksun olmalarına rağmen (Kahire Halifesi El-Müsta'sım'ın kısa süreli istisnası dışında), hanedan 1517'de Osmanlıların Mısır'ı fethinden birkaç yıl sonrasına kadar dini otorite iddiasında bulunmaya devam etti ve son Abbasi halifesi El-Mütevekkil III oldu.

Abbâsî Halifeliği
الخلافة العباسية الإسلامية
El Hilâfet El Abbasiyye El İslâmi
İslam Abbâsî Halifeliği
750-1258
Abbâsî Halifeliği bayrağı
Siyah Abbasi Bayrağı
Açık yeşil ile gösterilen yer halifeliğe bağlı yerler ve en geniş sınırlar (850)
Açık yeşil ile gösterilen yer halifeliğe bağlı yerler ve en geniş sınırlar (850)
Başkent

Şam (750-819)

Bağdat (819-1258)
Yaygın diller Arapça
Resmî din Sünni İslam ve Mutezili İslam
Hükûmet Halifelik
Halife  
• 750–754
Ebu'l-Abbas Seffah
• 786–809
Harun Reşid
• 1242–1258
Mustasım
• 1261-1262
Mustansır
Tarihçe  
• Kuruluşu
750
• Dağılışı
1258
Yüzölçümü
• Toplam
10.000.000 km2 (3.900.000 sq mi)
Nüfus
• Sayılan
50.000.000
Para birimi Dinar
Öncüller Ardıllar
Emevîler
Fatımiler Devleti
İlhanlılar 20px|border|link=|alt=

Abbâsîler (Arapça: العبّاسيّون; al-'Abbāsīyūn), Emevî hanedanından sonra başa gelerek İslam Devleti'nin yönetimini ve halifeliği beş asırdan daha uzun bir süre elinde tutan Müslüman Arap hanedan.

Tarihçe

Muhammed'in ölümünden (632) sonra, İslam dünyasını Hulefa-yı Raşidin denilen dört halife ve ardından da Emevîler (661-750) yönetti. Emevîler, Muaviye'nin ölümünün ardından hakkı olmamasına rağmen oğlu Yezid hilafeti ele geçirdi. Yezid'in hilafette hakkı yoktu çünkü babası Muaviye zamanında Hasan ile bir anlaşma yapılmış ve bu anlaşmada hilafetin saltanata dönüştürülmemesi istenmişti. Aynı zamanda sahabe olan babası Muaviye, oğlunun anlaşmayı bozmamasını vasiyet etmişti. Lakin Yezid anlaşmaya uymayarak babası ölünce hilafeti ele geçirdi ve böylece hilafet saltanata dönüşmüş oldu. Emevîlerin iktidarı Muhammed'in amcası Abbas bin Abdülmuttalip'ın soyundan gelen Abbâsîlerin, Emevî yönetimine karşı ayaklanarak 750'de halifeliği ve iktidarı ele geçirmesiyle son buldu. Bu tarihten başlayarak Abbâsîler 1258'e kadar İslam dünyasının büyük bölümüne egemen oldular.

İlk Abbâsî halifesi Ebu'l-Abbas Seffah (750-754) idi. 754'te kardeşi Mansur (754-775) onun yerine geçti. Bu iki halife döneminde orduda Türk ve İran kökenliler önemli görevler üstlendiler. Mansur, 762’de başkenti Şam’dan Bağdat'a taşıdı. Mansur'dan sonra sıra ile Mehdi (775-785) ve Hâdî (785-786) halife oldular. Abbâsî Devleti Mansur'un torunu Harun Reşid (786-809) döneminde en geniş sınırlarına ulaştı. Harun Reşid, Binbir Gece Masalları’na konu olan görkemli saltanatını Bermeki ailesine borçluydu. Bu aileden Yahya Bermeki ve iki oğlu, vezir olarak Abbâsî Devleti’ni 17 yıl boyunca fiilen yönettiler.

Harun Reşid’in oğulları Emin (809-813), Memun (813-833) ve Mutasım (833-842) babalarının politikalarını sürdürdüler. Annesi Harun Reşid'in Türk asıllı bir cariyesinden olan Mutasım Türklerden özel bir askerî güç kurmuştur, Türk unsurları yönetimde önemli görevlere getirmiştir. Daha sonra bu askeri gücün Bağdat'taki varlığı bazı huzursuzluklara neden olduğundan Samarra adıyla yeni bir kent kurdurarak devlet merkezini oraya taşıdı. 838 yılında Mutasım Anadolu'ya Bizans üzerine bir sefer düzenlemiş, ordusunun bir kolu Bizans imparatoru Theofilos ve ordusunu "Anzin Savaşı" adı verilen bir çarpışmada büyük yenilgiye uğratmış, Bizans'ın ikinci büyük kenti Amorium'u kuşatıp eline geçirmiş ve Abbâsî orduları İznik kentinin yakınlarına kadar ilerlemiştir.

Yerine geçen oğlu Vâsık (842-847) döneminde Türk emirleri askerî işlerin yanı sıra yönetsel konularda daha etkili oldular. Vâsık'ın ölümünden sonra Abbâsî Devleti parçalanma sürecine girdi. Abbâsî toprakları üzerinde Büveyhîler, Tâhirîler, Samânîler, Şirvânîler, Saffârîler, Hamdânîler, Mervânîler, Mirdâsîler, Ukâyliler, Zengîler, Karahanlılar, Tolunoğulları, Ihşidîler, İdrisîler, Murabıtlar, Muvahhidler, Hafsîler, Aglebîler, Fâtımîler ve Karmatîler gibi bağımsız devlet ve beylikler kuruldu.

İran'da hüküm süren Büveyhiler, 945'te Bağdat'a egemen oldular. Bundan sonra Abbâsî halifeleri Büveyhilerin izniyle başta kalabildiler. Halife Kâim'in (1031-1075) çağrısı üzerine Büyük Selçuklu Devleti Hükümdarı Tuğrul, 1031 yılında Büveyhileri Bağdat'tan çıkardı ve Abbâsîlere yeniden saygınlık kazandırdı.

Harun Reşid'in Şarlman'ın elçilerini kabul etmesi
9. yüzyılda Abbâsî topraklarında de facto bağımsız ülkeler
Abbâsîler Dönemi'nden bir Kur'an sayfası. Sayfada Hac suresinden bazı ayetler bulunmaktadır.

Ne var ki Abbâsîler bu tarihten sonra hiçbir zaman eski askeri güçlerine ulaşamadılar ve Mustazhir dönemindeki Haçlı Seferleri karşı başarılı olamadılar. Büyük Selçuklu Devleti'nin parçalanmasıyla birlikte Abbâsîler yeniden gücünü yitirdi. Cengiz Han'ın torunu Hulagu'nun yönetimindeki İlhanlılar 1258'de Bağdat'ı yakıp yıktılar, Halife Mustasım'ı ve yakaladıkları hanedan üyelerini öldürdüler. Böylece 508 yıllık Abbâsî Devleti son buldu. İlhanlı hükümdarı Hulagu Han Bağdat'ta içlerinde on binlerce yazma kitap olan kütüphaneleri yakıp yıktırmıştır. Geri kalan kitapları da Dicle Nehrine attırmıştır. Eserlerin mürekkebi suya karışmış ve Dicle Nehri günlerce bulanık akmıştır.

Halife Zâhir'in oğlu Ahmed Mısır'a kaçtı ve orada Memlûk Sultanı Baybars’ın koruması altında Mustansır adıyla halife ilan edildi (1261). Mısır Abbâsî halifeliği, siyasal ve askeri yetkiden yoksun, yalnız dinsel otoritesi olan bir kurumdu. Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim 1517'de Mısır topraklarına girerek, halifenin yetkileri ile Kutsal Emanetler'i devraldı ve Mısır Abbâsî halifeliğine son verdi.

Abbâsîlerde devlet örgütlenmesi, "Divan" adı verilen ve değişik alanlarda görevler üstlenen resmi kurullara dayanıyordu. Maliyesinin ana gelir kaynağı ise toprak vergisiydi. Halktan toplanan zekât da önemli bir gelir kaynağıydı. Vergi gelirlerinin büyük bölümü orduya ve bayındırlık işlerine ayrılırdı. Halife Ömer döneminde kurulan divanı geliştirdiler. Divanı, devlet yönetiminde en etkili kurum haline getirdiler. Devlet ve memleket sorunları, önce divanda görüşülerek divanın önerdiği çözümleri uygularlardı.

Abbâsî Sanatı

Samara Ulu Camii minaresi.

İslam dininin sanata getirdiği en büyük yenilik cami mimarisidir. İslamlıkta her sınıf halkın ayrım gözetilmeden ön saflarda namaz kılabilmesi safların geniş tutulması isteği uyandırmış, bu nedenle kiliselerin aksine camilerde enine mekân tercih edilmiştir. Plan formunun ihtiyaçtan doğması gibi, mihrap, minber, minare türünden mimari ögeler de İslamlığın gelişmesine paralel olarak zamanla ihtiyaçtan doğmuşlardır.

Abbâsîlerden önceki İslam şehirciliği konusundaki bilgilerimiz çok kısıtlıdır. Bu konuda bilinen ilk örnek, 762-765 yıllarında Abbâsî halifesi Mansur’un kurdurduğu Bağdat şehridir. Kaynaklardan edinilen bilgilere göre ilk Bağdat şehri daire planlıydı ve iç içe iki sur duvarı dıştan bir hendekle çevrelenmişti. Şehrin dört kapısına bulundukları yöndeki komşu şehirlerin adı verilmişti. Haç planlı saray ve yanındaki cami şehrin merkezinde yer alıyordu. 766 yılında yapılan Bağdad Ulu Camii kerpiç duvarlı, ahşap sütunlu ve düz damlı basit bir yapıydı. Halife Harun Reşid, 808’de yapıyı planını değiştirmeden tuğla duvarlı olarak yeniden yaptırmıştır. Bağdat 892’de Abbâsîlerin başkenti olunca, artan nüfus nedeniyle camiye aynı planda ikinci bir bölüm eklenmiştir. Ancak, Bağdat şehrinin bu dönem yapılarından günümüze, ilk camiye ait basit bir mihraptan başka hiçbir şey gelmemiştir.

Samarra, Dicle kenarında Bağdat'ın yakınındadır. Bağdat'ın dairesel ve düzenli planı burada yerini araziye uydurulmuş, uzun bir plana bırakmıştır. Dicle kıvrımlarına paralel olarak uzanan şehrin büyük bölümü kazılarla ortaya çıkarılmıştır. Buluntular, Abbâsî cami, saray, türbe ve ev mimarisi ile zengin süsleme sanatı hakkında bilgi vermektedir. Samarra, 836 yılında Halife Mutasım tarafından Abbâsî hizmetindeki Türk birlikleri için “ordugâh şehri” olarak kurdurulmuş.

Samara Ulu Camii, öteki adıyla Mütevekkiliye Camii, İslam dünyasının en büyük cami yapılarından biridir. 150.000 kişi burada bir arada namaz kılabiliyordu. Basit mimarisi, ilk İslam cami planının anıtsal ölçüler içinde tekrarından ibarettir. Yapımında tuğla ve kerpiç kullanılan caminin ilginç bir minaresi vardır. Kare tabana oturan dev boyutlu bu anıtsal minareye geniş bir rampa ile çıkılır. Bu minare formu, yine Samarra’da Ebu Dulaf Camii’nde tekrarlanmış ve bir daha kullanılmamıştır. Bu minare modeli Kahire'de Tolunoğlu Ahmet camii'n de de karşımıza çıkıyor. Bununla beraber bu minare modeli toplamda üç (3) yerde karşımıza çıkmış oluyor.

Samarra’ın ikinci büyük camii olan Ebu Dulaf Camii, 860 yılında yapılmıştır. Kalıntılar daha gelişmiş bir mimarinin varlığını ortaya koymaktadır. Harem bölümü, kemerli duvarlarla birbirinden ayrılan neflerden oluşmuş ve üzeri düz bir çatıyla örtülmüştü.

Samarra’nın saray ve evlerinde kullanılan çeşitli süsleme arasında mermer tozu ve alçı karışımıyla yapılan “ıtuk” kabartmalar önemli bir yer tutar. Bu kabartmalarda iki farklı teknik kullanılmıştır: Dik kesim ve eğri kesim. Dik kesimde motifler yaş sıva üzerine dikine olarak oyulmakta, böylece ışık-gölge kesin çizgilerle birbirinden ayrılarak kuvvetli bir kontrast etkisi sağlanmaktadır. Eğik kesimde ise daha yumuşak bir plastik etki söz konusudur. Eğik kesim, Türklerin İslam sanatına belki de ilk katkısıdır. Bu teknik daha önceleri Orta Asya sanatında Türkler tarafından kullanılmıştır. Dik kesimde daha natüralist, eğik kesimde ise daha stilize bir üslup görülür.

Abbâsîler'de devlet teşkilatı

Dönemin altınları

Abbâsîler'de devletin başı halife tarafından icra edilmiş bir idari teşkilât söz konusudur. Abbâsîler ve bazı Müslüman devletlerde devlet memurluğu iki kademe şeklinde olmuştur. Bu kademelerden ilki herhangi bir nitelik ve yeterlilik şartı koşulmadan şahsi idare, uyum ve kontrole dayanmıştır. Bu tarzdaki memurlara "Erbab-ı Seyf" yani kılıç sahipleri denmekteydi. Diğer bir memurluk kademesinde ise bunun tam tersi bir durum söz konusudur. Niteliğe göre atanan memurlara ise "Erbab-ı Kalem" yani kalem sahipleri denmiştir. Bu gruba Osmanlı İmparatorluğu'nda İlmiye sınıfı denmiştir.

Merkez teşkilatı

Abbâsî devletinin merkez teşkilatı divanlar ve divanları teşkil eden diğer idari birimlerden oluşmuştur.

Divanlar

Divan kelimesi Farsça kökenlidir fakat daha sonraları Arapça'da kullanılan bir kelime haline gelmiştir. Abbâsî devletinde divanlar en yüksek icra kurulu sayılmıştır. Zamanla idari teşkilatın diğer bölümlerine de divan adı verilmiştir. Abbâsîler divana "Divan-üs Saltanat" ve "Divan-ül Adl" adını vermişlerdir. Vezirler, Kadil-Kutadlar ve benzeri yüksek memurlar divan kurumunun birer üyeleridir. Halifeler divan toplantılarına bazen katılır bazen de istedikleri hususi bir yerden yapılan toplantıyı seyrederdi. Divan-ı Saltanat'ın görevlerini dört başlık altında toplamak mümkündür. Birincisi: orduya mensup kişilerin alacağı ücretleri belirleyerek tahsis etmek. İkincisi: devlete ait vergi ve diğer hakların tahsili; haraç, cizye ve madenler gibi. Üçüncüsü: devlet memurlarının atanması ve azli. Dördüncüsü ise: Beyt-ül mal'a yani hazineye giren ve çıkan malların denetimi. Divanda bu dört ana başlık altında müzakereler yapılıp kararlar alınmıştır. En yüksek icra kurulu olan divanın yanında idari mahiyeti bulunan diğer divanlar da vardır. Bunlar;

  • Divan-ı İnşa: Devletin önemli ve resmi olan yazışmalarını kaleme alan bir idari bir organ olup Abbâsî halifesinin emrinde çalışır.
  • Divan-ül Ceyş veya Divan-ü Cünd: Askeri işlerle meşgul olan yapı. Abbasi devletinde yaşayanların ne zaman asker olacaklarını belirleyerek diğer tahsilatlarla da ilgilenir.
  • Divan-ül Berid: Posta ve haberleşme işleriyle ilgilenirdi. Başında "Sahib'ül Berid" denen bir memur bulunmaktaydı.

Vezirler

Vezirlere bakanlıklar da denir ve günümüzdeki başbakanlık makamına eş değerdir. Vezir kelimesi yardımcı, sığınak ve yük yüklenen gibi anlamlara gelmektedir. Vezirlik makamı ilk olarak Abbâsîler'de oluşturulmuştur. Abbâsî vezirleri halifeden sonra ülke içerisindeki en yetkili kişidir ve divanın (icranın) başıdır. Vezirlik makamı da tıpkı memurluk gibi iki kısıma ayrılmıştır. Birincisi; "Vezaret-i Tefyiz"dir. Bu mevkideki vezirler halifenin tayin veya azlettiği memurlar hakkında karar alması söz konusu olmamıştır fakat halifeye ait çoğu yetkiyi kullanmıştır. Bu vezirler halife adına devleti yönettikleri için yetkileri oldukça geniş ve etkindir. Bu vezirlere Osmanlı İmparatorluğu'nda Vezir-i Azam denmiştir. İkinci vezirlik unvanı ise "Vezaret-i Tenfiz"dir. Bu makamdaki vezirler müstakil yetkiye sahip olmamışlardır. Halife ile halk arasında köprü rolü üstlendiğine dair görüşler mevcuttur. Bu tarzdaki vezirlere Osmanlı İmparatorluğu'na "Kubbealtı Vezir"i denmektedir. Vezirlik makamı iki başlı bir yapı göstermesine karşın en yüksek mertebeli memurluk makamı olmuştur. İki vezirlik arasındaki farklar sadece yetki farklılığı ile sınırlı değildir. Atama ve diğer adaylıklarda da mevki farkı öne çıkmaktadır. Halk arasından Müslüman olmayanlar birincil vezirliğe tayin edilmemiştir fakat ikincil vezirliğe Müslüman olmayan kişiler de tayin edilmiştir.

Diğer memurluklar

Vezirlerden sonra haciplik (hicabet) makamı gelmektedir. "Sahib'üs Sitare" veya "Perdedâr" denen hacib, Abbâsî halifesinin özel kalem müdürüdür. Halifeye bağlıdır ve nüfuz alanı geniştir. İslam peygamberi Muhammed'in soyundan gelenlere (seyidler) dair meselelere bakanlara ise "Nakib'ül Eşraf" denir ve bu kişiler devlet teşkilatında önemli bir yere sahip olmuşlardır. Nazır-ul Ceyş denen kişiler ise ordunun başındaki kumandanlardır. Muhtesip'ler, yani belediye başkanları da diğer memurluk görevleridir.

Taşra teşkilatı

Abbâsîler'de taşra teşkilatlarının başında valiler görev yapmıştır. İhtiyaç duyulması durumunda kumandanların, kadıların veya belediye başkanlarının da bu görevi yürüttüğü bilinmektedir. Abbâsî devleti hâkimiyeti altındaki yerleri eyalet sistemi ile yönetmiş, valilere de sosyal ve siyasi kontrol görevini yüklemiştir. Abbâsîler'de eyaletlerdeki emirlik makamı ise üç şeklide ele alınmaktadır. Birincisi: genel imarettir ve tayin olduğu yerde halifeyi tam yetkiyle temsil ederler. Bu valiler bulundukları bölgede müstakil hükümdar gibi görev yapmışlardır. İkincisi: özel imarettir ve bu makamdaki valiler sadece idari fonksiyona sahiptirler. Kadıların tayin edilmesi ve halktan alınan vergi tahsil etme yetkileri olmamıştır. Üçüncüsü ise: cihat imaretidir, yani ordu kumandanı olarak değişik bölgelere tayin edilen valilere verilen isimdir.

Bağdad Abbâsî Hâlifeleri listeleri

Abbasi Halifeleri ecdadı

# Adı Adı + Lakâbı Künyesi Babası
0 Haşim bin Abdimenaf Haşim bin Abdimenâf Haşimoğulları Abdimenâf
1 Abdül Muttalib bin Haşim Abdül Muttalib bin Haşim
(Muhammed ve Ali'nin dedesi)
- Haşim bin Abdimenaf
2 Abbas Bin Abdülmuttalip Abbâs
(Muhammed ve Ali'nin amcası)
- Abdülmuttalib
3 Abdullah bin Abbas Abdullah bin Abbas
(Muhammed ve Ali'nin kuzeni)
- Abbâs bin Abdülmuttalib
4 Alî bin Abdullah Alî bin Abdullah bin Abbas
(Abbâsîler Halifeliği'nin adını aldığı Abbâs'ın torunu)
- Abdullâh bin Abbâs
5 "İmâm" Muhammed Muhammed "İmâm" bin Alî bin Abdullah bin Abbas - Alî bin Abdullah bin Abbas
6 "İmâm" İbrahim ' İbrahim "İmâm" bin Alî bin Abdullâh bin Abbas - Alî bin Abdullah bin Abbas

Bağdad Abbâsîleri nesli

Sıra Dönem Adı Tam Adı Künyesi Babası
1 750-754 Abdullâh Seffah Ebû’l-Abbâs Seffah Abdullâh bin Muhammed el-Imam Ebû’l-'Abbâs Muhammed İmâm
2 754-775 Abdullâh Mansûr Ebû Câfer Mansûr 'Abdullâh bin Muhammed el-İmâm Ebû Câfer Muhammed İmâm
3 775-785 Muhammed Mehdî Ebû Abdullâh Mehdî Muhammed bin Abdullâh Mansûr Ebû Abdullâh Mansûr
4 785-786 Mûsâ Hâdi Ebû Muhammed Hâdî Mûsâ bin Muhammed Mehdî Ebû Muhammed Mehdî
5 786-809 Hârûn Reşîd Reşîd" Hârûn bin Muhammed Mehdî bin Abdullah Mansûr - Mehdî
6 809-813 Muhammed Emîn Ebû Abdullâh Emîn Muhammed bin Hârûn Reşîd Ebû Abdullâh Harun Reşîd
7 813-833 Abdullâh Memûn Ebû’l-Abbâs Memûn Abdullâh bin Hârûn Reşîd Ebû’l-Abbâs Harun Reşîd
8 833-842 Abbâs Mutasım Ebû İshâk Mutasım Abbâs bin Hârûn Reşîd Ebû İshâk Harun Reşîd
9 842-847 Hârûn 'Vâsık Ebû Câfer Vâsık Hârûn bin Muhammed Mutasım Ebû Câfer Mutasım
10 847-861 Câfer Mûtevekkil Mûtevekkil Câfer bin Muhammed Muʻtasım bin Harun Reşîd - Mutasım
11 861-862 Muhammed Muntasır Ebû Câfer Muntasır Muhammed bin Câfer Mûtevekkil Ebû Câfer Mûtevekkil
- - Muhammed bin Mutasım Muhammed bin Mutasım bin Harun Reşid - Mutasım
12 862-866 Ahmed Mûstain Ebû’l-Abbâs Mûstain Ahmed bin Muhammed bin Abbâs Mutasım Ebû’l-Abbâs Muhammed bin Mutasım
13 866-869 Muhammed Mutazz Ebû Abdullâh Mutazz Muhammed bin Câfer Mûtevekkil Ebû Abdullâh Mûtevekkil
14 869-870 Muhammed Muhtedî Ebû İshâk Muhtedî Muhammed bin Hârûn Vâsık Ebû İshâk Vâsık
15 870-892 Ahmed Mutemid Ebû’l-'Abbâs Mutemid ʿAhmed bin Câfer Mûtevekkil Ebû’l-Abbâs Mûtevekkil
- - Tâha Muvaffak bin Mûtevekkil Tâha Muvaffak bin Cafer Mûtevekkil bin Abbas Mutasım - Mûtevekkil
16 892-902 Ahmed Mûtedîd Ebû’l-'Abbâs Mûtedîd Ahmed bin Tâha Muvaffak bin Câfer Mûtevekkil Ebû’l-Abbâs Tâha Muvaffak
17 902-908 Alî Mûktefî Ebû Ahmed Mûktefî Alî bin Ahmed Mutemid Ebû Ahmed Mutemid
18 908-932 Câfer Muktedir Ebû’l-Fadıl Muktedir Câfer bin ʿAhmed Mûtedîd Ebû’l-Fadıl Mûtedîd
19 929, 932-934 Muhammed Kâhir Ebû’l-Mansûr Kâhir Muhammed bin ʿAhmed Mûtedîd Ebû’l-Mansûr Mûtedîd
20 934–940 Muhammed Râdî Ebû’l-'Abbâs Râdî Muhammed bin Câfer Muktedir Ebû’l-'Abbâs Muktedir
21 940–944 İbrâhîm Mûttakî Ebû Ishâk Mûttakî İbrâhîm bin Câfer Muktedir Ebû Ishâk Muktedir
22 944–946 Abdullâh Mûstekfî Ebû’l-Kâsım Mûstekfî Abdullâh bin Alî Muktefî Ebû’l-Kâsım Mûktefî
23 946–974 Fadıl Mutî Ebû’l-Kâsım Mutî Fadıl bin Câfer Muktedir Ebû’l-Kâsım Muktedir
24 974 – 991 Abdülkerîm Tâi Ebû Bekir Tâi 'Abdülkerîm bin Fadıl Mutî Ebû Bekir Mutî
- - İshâk bin Muktedir İshâk bin Câfer Muktedir bin Ahmed Mûtedîd - Muktedir
25 991–1031 Ahmed 'Kâdir Ebû’l-Abbâs Kâdir Ahmed bin İshâk bin Câfer Muktedir Ebû’l-Abbâs İshâk bin Muktedir bin Mûtedîd
26 1031–1075 Abdullah Kâim Ebû Câfer Kâim Abdullâh bin Ahmed Kâdir Ebû Câfer Kâdir
- - Muhammed Zâhîre bin Kaim Muhammed Zâhîre bin Abdulâh Kâim bin Ahmed bin İshâk Kâdir - Kâim
27 1075–1094 Abdullâh Muktadî Ebû’l-Kâsım Muktadî 'Abdullâh bin Muhammed Zâhîre bin Abdullâh Kâim Ebû’l-Kâsım Muhammed bin Zâhîre bin Abdullah Kaim
28 1094–1118 Ahmed Mûstazhir Ebû’l-Abbâs Mûstazhir Ahmed bin Abdulâh Muktadî Ebû’l-Abbâs Muktadî
29 1118–1135 Fadıl Mûstarşid Ebû’l-Mansûr Mûstarşid Fadıl bin Ahmed Mûstazhir Ebû’l-Mansûr Mûstazhir
30 1135–1136 Mansûr Râşid Ebû Câfer Râşid Mansûr bin Fadıl Mûstarşid Ebû Câfer Mûstarşid
31 1136–1160 Muhammed Muktafî Ebû 'Abdullah Muktafî Muhammed bin Ahmed Mûstazhir Ebû Abdullah Mûstazhir
32 1160–1170 Yûsuf "Mûstencid Ebû’l-Muzaffer Mûstencid Yûsuf bin Muhammed Muktafî Ebû’l-Muzaffer Muktafî
33 1170–1180 Hasan Mûstadhî Ebû Muhammed Mûstadhî Hasan bin Yûsuf Mûstencid Ebû Muhammed Mûstencid
34 1180–1225 Ahmed Nâsır Ebû’l-Abbâs Nâsır ʿAhmed bin Hasan Mûstâdhi Ebû’l-Abbâs Mûstadhî
35 1225–1226 Muhammed Zâhir Ebû’n-Nâsır Zâhir Muhammed bin Ahmed Nâsır Ebû'n-Nâsır Nâsır
36 1226–1242 Mansûr Mûstensir Ebû Câfer Mûstensir Mansûr bin Muhammed Zâhir Ebû Câfer Zâhir
37 1242–1258 'Abdullâh Mûstasım Bilâh Ebû Ahmed "Mûstasım Billâh" Abdullâh bin Mansûr Mûstensir Ebû Ahmed Mûstensir

Abbasi Halifeleri soyağacı

 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Kureyş
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Haşim bin Abdimenâf
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Haşimoğulları
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
ʿAbdulmuttalib bin Haşim
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
ʿAbdullâh
 
Abbâs bin Abdülmuttalib
 
Ebâ Tâlib
 
Hamza
 
Ez-Zûbeyr
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Muhammed Mustafa
 
ʿAbdullâh bin Abbâs
 
Ali
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
'Alî bin Abdullâh
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Muhammed İmâm
 
 
İbrahim İmâm
 
Mûsa bin Alî bin Abdullâh
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
ABBÂSÎLER HÂLİFELİĞİ
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Abdillâh Seffah
1. (750-754)
 
 
 
 
 
Abdullâh Mansûr
2. (754-775)
 
İsâ bin Mûsa bin 'Alî bin Abdullâh
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Muhammed Mehdî
3. (775-785)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Mûsâ Hâdî
4. (785-786)
 
Hârûn Reşîd
5. (786-809)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Muhammed Emîn
6. (809-813)
 
Abdullâh Memûn
7. (813-833)
 
'Abbâs Mutasım
8. (833-842)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Hârûn Vâsık
9. (842-847)
 
Câfer Mûtevekkil
10. (847-861)
 
Muhammed bin Mutasım
 
Ahmed Mûstain
12. (862-866)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Muhammed Muhtedî
14. (869-870)
 
Muhammed Muntasır
11. (861-862)
 
 
Muhammed Mutazz
13. (866-869)
 
Ahmed Mutemid
15.(870-892)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Ahmed Mûtedîd
16. (892-902)
 
 
 
Tâha el-Muvaffak bin Câfer Mûtevekkil
 
 
 
Alî Mûktefî"
17. (902-908)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Câfer Muktedir
18. (908-932)
 
Muhammed Kahir
19.(929)(932-934)
 
 
 
 
 
Abdullâh Mûstekfî
22. (944 – 946)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Muhammed Râdî
20. (934–940)
 
İbrâhîm Mûttakî
21. (940–944)
 
Fadıl Mutî
23. (946–974)
 
İshâk bin Câfer Muktedir bin Ahmed Mûtedîd
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Abdülkerîm Tai
24. (974–991)
 
Ahmed Kâdir
25. (991–1031)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Abdullâh Kâim
26. (1031–1075)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Muhammed Zâhîre bin Abdullah Kaim
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Abdullâh Muktadî
27. (1075–1094)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Ahmed Mûstazhir
28. (1094–1118)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Fadıl Mustarşid
29. (1118–1135)
 
Muhammed Muktafî
31. (1136–1160)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Mansûr Râşid
30. (1135–1136)
 
Yûsuf Mûstencid
32. ( 1160–1170)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Hasan Mûstadhî
33. (1170–1180)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Ahmed Nâsır
34. (1180–1225)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Muhammed Zâhir
35. (1225–1226)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Mansûr Mûstensir
36. (1226–1242)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
'Abdullâh Mûstasım Billâh"
37. (1242–1258)
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
Kahire Abbasileri
Memlûk Devleti'
nin himayesi
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Ayrıca bakınız

  • Halifeler listesi

Dış kaynaklar

  • Hitti, Philip H. (çev. Salih Tuğ),(1968) Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi (IV Cilt), İstanbul:Boğaziçi Yayınları.
  • Bartold, Vasilij Vladimiroviç, (Tür.çev.: Mehmet Fuat Koprülü), (1939 3. Bas.:2004) İslam Medeniyeti Tarihi, Ankara: Akdağ Yayınları. ISBN 975338582X
  • Lewis, Bernard (çev. H. D.Yıldız) (1969), Tarihte Araplar, İstanbul.
  • (Osmanlıca) Zeydan, Corci (çev. Z. Meganiz) (1328/19..), İslam Medeniyeti Tarihi (IV Cilt), İstanbul

Tarih

Abbasi Devrimi (750-751)

Abbasi halifeleri, Muhammed'in en küçük amcalarından biri olan Abbas ibn Abd al-Muttalib'in soyundan gelen ve aynı Banu Hashim klanından gelen Araplardı. Abbasiler, Muhammed'e daha yakın bir soydan geldikleri için Beni Ümeyye'den gelen Emevilerin yerine geçerek Muhammed'in gerçek halefleri olduklarını iddia ediyorlardı.

Abbasiler ayrıca genel olarak Emevilerin ahlaki karakterine ve yönetimine saldırarak kendilerini onlardan ayırmışlardır. Ira Lapidus'a göre, "Abbasi isyanı büyük ölçüde Araplar, özellikle de Merv'in mağdur yerleşimcileri ile Yemenli hizip ve onların Mevali'si tarafından desteklendi". Abbasiler, Arapların akrabalık temelli toplumunun dışında kalan ve Emevi imparatorluğu içinde alt sınıf olarak algılanan mevali olarak bilinen Arap olmayan Müslümanlara da hitap etmiştir. Abbas'ın torununun torunu olan Muhammed bin Ali, Ömer II döneminde iktidarın Muhammed'in ailesi Haşimilere geri verilmesi için İran'da kampanya yürütmeye başladı.

Mervan döneminde bu muhalefet, Abbas'ın soyundan gelen dördüncü kişi olan İbrahim el-İmam'ın [ca] isyanıyla doruğa ulaştı. Vali kendilerine karşı çıksa da Horasan eyaleti (Doğu İran) ve Şii Araplar tarafından desteklenen İbrahim önemli başarılar elde etti, ancak 747 yılında yakalandı ve muhtemelen bir suikast sonucu hapishanede öldü.

9 Haziran 747'de (15 Ramazan Hicri 129) Horasan'dan yükselen Ebu Müslim, Emevi yönetimine karşı Siyah Sancak işareti altında yürütülen açık bir isyanı başarıyla başlattı. Merv'de çatışmalar resmen başladığında Ebu Müslim'in komutasında 10.000'e yakın asker vardı. General Kahtabe, kaçan vali Nasr ibn Sayyar'ı takip ederek 748 yılında Gorgan Savaşı, Nahâvend Savaşı ve son olarak Kerbela Savaşı'nda Emevileri yenilgiye uğrattı.

Saffah'ı (750-754 arası) Kufe'de biat alırken tasvir eden Bel'ami'nin Tarikhnamesinden bir folyo

Kavga, 750 yılında Büyük Zap yakınlarındaki savaşta Emevileri yenen ve daha sonra halife ilan edilen Ebu'l-Abbas es-Saffah adıyla bilinen İbrahim'in kardeşi Abdullah tarafından ele alındı. Bu yenilgiden sonra Mervan Mısır'a kaçtı ve daha sonra orada öldürüldü. Bir erkek dışında ailesinin geri kalanı da ortadan kaldırıldı.

Zaferlerinin hemen ardından As-Saffah kuvvetlerini Orta Asya'ya gönderdi ve burada Talas Savaşı sırasında Tang yayılmasına karşı savaştı. Bağdat'ın inşasında etkili olan soylu İranlı aile Barmakoğulları, dünyanın kayıtlara geçen ilk kâğıt fabrikasını şehre getirerek Abbasi topraklarında yeni bir entelektüel yeniden doğuş dönemi başlattı. Es-Saffah, Suriye ve Mezopotamya'daki çok sayıda isyanı bastırmaya odaklandı. Bizanslılar bu ilk karışıklıklar sırasında akınlar düzenlediler.

Özerk hanedanlıklara bölünme (861-945)

820 yılına gelindiğinde bile Samaniler Maveraünnehir ve Büyük Horasan'da bağımsız otorite kurma sürecine girmişlerdi ve bunu takip eden

Samarra şehrinin batı yakasında MS 237 yılında inşa edilen Samarra Ulu Camii'nin spiral minaresi
Samarra şehri, orijinal planını, mimarisini ve sanatsal kalıntılarını koruyan tek İslam başkentidir

İran'ın Tahirî ve Saffarî hanedanları. Horasan'dan gelen Saffariler 876'da Bağdat'ı neredeyse ele geçirirken, Tulunoğulları da Suriye'nin büyük bölümünü kontrol altına aldı. Merkezi gücün zayıflaması ve çevredeki küçük halifeliklerin güçlenmesi eğilimi devam etti.

El-Mu'tedid'in 10 yıllık iktidarı (892-902) bir istisnaydı. Mısır, Suriye ve Horasan'ın bazı bölgelerini yeniden Abbasi kontrolüne soktu. Özellikle "Samarra Anarşisi "nden (861-870) sonra Abbasi merkezi hükümeti zayıfladı ve Halifeliğin eyaletlerinde merkezkaç eğilimler daha belirgin hale geldi. Onuncu yüzyılın başlarında Abbasiler Irak'ın kontrolünü neredeyse çeşitli emirlere kaptırmış ve halife el-Radi "Prensler Prensi" (amir al-umara) pozisyonunu yaratarak onların gücünü tanımak zorunda kalmıştır.

El-Mustakfi'nin 944'ten 946'ya kadar kısa bir saltanatı oldu ve bu dönemde Daylam'dan Buyidler olarak bilinen Fars grubu iktidara geldi ve Bağdat'taki bürokrasi üzerinde kontrolü ele geçirdi. Miskeveyh'in tarihine göre, taraftarlarına ikta (vergi çiftlikleri şeklinde tımarlar) dağıtmaya başladılar. Bu yerelleştirilmiş seküler kontrol dönemi yaklaşık 100 yıl sürecekti. Abbasilerin Buyidlere karşı güç kaybetmesi, Selçukluların Perslerden yönetimi devralmasıyla değişecekti.

Sekizinci yüzyılın sonunda Abbasiler, Bağdat'ta Roma'dan daha fazla büyüyen bir yönetimi artık bir arada tutamayacaklarını anladılar. 793 yılında Zeydi-Şii hanedanı İdrisiler Fas'ın Fez kentinde bir devlet kurarken, Abbasilere bağlı bir vali ailesi 830'larda Ağlabid Emirliği'ni kurana kadar giderek bağımsızlaştı. El-Mu'tasım, kişisel ordusunda gayrimüslim paralı askerler kullanarak düşüşü başlattı. Ayrıca bu dönemde subaylar, başta halifeler olmak üzere anlaşamadıkları üstlerine suikast düzenlemeye başladılar.

Abbasi Halifeliği ve vilayetlerinin haritası c 788 (Hicri 2. yüzyıl)
Harun el-Reşid (hükümdarlık dönemi 786-809) Bağdat'taki sarayında Şarlman tarafından gönderilen bir heyeti kabul ederken. Alman ressam Julius Köckert [fr] (1827-1918) tarafından yapılmış, 1864 tarihli tablo. Tuval üzerine yağlıboya.
El-Emin döneminde (809-813) basılan altın dinar.
Abbasi İmparatorluğu ve 9. yüzyıldaki diğer dünya imparatorluklarının haritası

870'lerde Mısır, Ahmed ibn Tulun yönetiminde özerk hale geldi. Doğu'da da valiler merkezle olan bağlarını azalttılar. Herat'taki Saffariler ve Buhara'daki Samaniler bu dönemde kopmaya başladılar ve çok daha Farsça bir kültür ve devlet yönetimi geliştirdiler. Sadece Mezopotamya'nın merkezi toprakları doğrudan Abbasi kontrolü altındaydı, Filistin ve Hicaz ise genellikle Tulunoğulları tarafından yönetiliyordu. Bizans ise Arap Müslümanları Anadolu'nun daha doğusuna itmeye başlamıştı.

920'lere gelindiğinde Kuzey Afrika, kökleri Muhammed'in kızı Fatıma'ya dayanan bir Şii mezhebi olan Fatımi hanedanının eline geçmişti. Fatımi hanedanı İdrisiler ve Ağlebiler'in topraklarını ele geçirdi, 969'da Mısır'a ilerledi ve başkentlerini Kahire'de Fustat yakınlarında kurarak Şii ilim ve siyasetinin kalesi haline getirdiler. 1000 yılına gelindiğinde Sünni İslam'a ve o zamana kadar Bağdat'tan gelen halife otoritesini tanımakla birlikte çoğunlukla özerk kalan çeşitli valiliklere bölünmüş olan Abbasilere karşı başlıca siyasi ve ideolojik meydan okuma haline gelmişlerdi. Halife'nin kendisi, tüm Irak ve Batı İran'a sahip olan ve sessiz bir şekilde Şii sempatizanı olan Buyid Emirlerinin 'koruması' altındaydı.

Parçalanmış Abbasi imparatorluğunun haritası, hâlâ Abbasi merkezi hükümetinin doğrudan kontrolü altındaki bölgeler (koyu yeşil) ve nominal Abbasi hükümdarlığına bağlı özerk yöneticiler (açık yeşil), 892 civarı

Irak dışındaki tüm özerk vilayetler yavaş yavaş kalıtsal hükümdarları, orduları ve gelirleri olan fiili devletler niteliği kazandı ve Sind'in kontrolünü ele geçiren ve tüm vilayeti başkentleri Mansura'dan yöneten Soomro Emirleri gibi, hazineye herhangi bir katkıyla yansıtılması gerekmeyen, yalnızca nominal halife hükümdarlığı altında faaliyet gösterdi. Gazneli Mahmud, daha yaygın kullanımda olan "emir" yerine sultan unvanını alarak, Mahmud'un Sünni ortodoksluğu ve halifeye ritüel itaatini gösterişli bir şekilde sergilemesine rağmen, Gazne İmparatorluğu'nun halife otoritesinden bağımsızlığını ifade etmiştir. 11. yüzyılda halifelere duyulan saygı kaybı devam etmiş, bazı İslam hükümdarları artık Cuma hutbelerinde halifenin adını anmaz olmuş ya da sikkelerinden çıkarmışlardır.

Kahire'deki İsmailî Fatımî hanedanı, İslam ümmetinin itibari otoritesi için Abbasîlere karşı mücadele etti. Bağdat, Büveyhiler ve Selçuklular döneminde bile hilafete en yakın şehir olmasına rağmen, Bağdat'ın Şii bölgelerinde (Karkh gibi) bazı desteklere sahiptiler. Fatımilerin mücadelesi ancak 12. yüzyılda yıkılmalarıyla sona erdi.

Buyid ve Selçuklu kontrolü (945-1118)

Güneybatı Asya - M.S. 970 civarı

Abbasiler, Büveyhî emirlerinin gücüne rağmen, Büveyhî bürokratı Hilal el-Sabi' tarafından tarif edildiği üzere, Bağdat'ta oldukça ritüelleşmiş bir sarayı muhafaza ettiler ve Bağdat'ın yanı sıra dini hayat üzerinde de belirli bir etkiye sahip olmayı sürdürdüler. Bahaüddevle'nin yönetimiyle birlikte Büveyhilerin gücü azalırken, halifelik bir ölçüde yeniden güç kazanmayı başardı. Örneğin halife el-Kadir, Bağdat Manifestosu gibi yazılarla Şia'ya karşı ideolojik mücadeleye öncülük etti. Halifeler Bağdat'ta düzeni sağladılar, başkentte fitnelerin patlak vermesini önlemeye çalıştılar ve sık sık ayyarunla mücadele ettiler.

Büveyhî hanedanının düşüşe geçmesiyle birlikte, sonunda Selçuklular olarak bilinen Oğuz Türkleri hanedanı tarafından doldurulan bir boşluk oluştu. 1055 yılına gelindiğinde Selçuklular, Buyidler ve Abbasilerden kontrolü almış ve kalan tüm geçici gücü ele geçirmişlerdi. Emir ve eski köle Basasiri 1056-57'de Bağdat'ta Şii Fatımi sancağını ele geçirdiğinde, halife el-Kaim dışarıdan yardım almadan onu yenemedi. Selçuklu sultanı Tuğrul Bey, Bağdat'ı Sünni yönetimine geri döndürdü ve Irak'ı hanedanı için aldı.

Abbasiler bir kez daha baş edemeyecekleri bir askeri güçle uğraşmak zorunda kaldılar, ancak Abbasi halifesi İslam toplumunun itibari lideri olarak kaldı. Sonraki sultanlar Alp Arslan ve Melikşah ile vezirleri Nizamü'l-Mülk İran'da ikamet ettiler, ancak Bağdat'ta Abbasiler üzerinde güç sahibi oldular. Hanedan 12. yüzyılda zayıflamaya başladığında, Abbasiler bir kez daha daha bağımsızlık kazandılar.

Askeri gücün yeniden canlanması (1118-1258)

Abbasi Sikkesi, Bağdat, 1244

Halife el-Mustarşid, bir Selçuklu ordusunu savaşta karşılayabilecek kapasitede bir ordu kuran ilk halife olsa da, yine de 1135 yılında yenildi ve bir suikast sonucu öldürüldü. Halife el-Muktefi, veziri İbn Hubeyre'nin yardımıyla Halifeliğin tam askeri bağımsızlığını yeniden kazanan ilk Abbasi Halifesiydi. Yaklaşık 250 yıl yabancı hanedanlara tabi olduktan sonra, Bağdat kuşatmasında (1157) Bağdat'ı Selçuklulara karşı başarıyla savundu ve böylece Irak'ı Abbasiler için güvence altına aldı. El-Nasır'ın (ö. 1225) hükümdarlığı, halifenin başında bulunduğu Sufi fütüvvet örgütlerine dayanarak halifeliği Irak genelinde yeniden iktidara getirdi. El-Mustansır, Nizamül Mülk tarafından inşa edilen Selçuklu dönemi Nizamiyesi'ni gölgede bırakmak amacıyla Mustansıriye Okulu'nu inşa etti.

Moğol istilası (1206-1258)

Bağdat'ın 1258 yılında Hülagü Han liderliğindeki Moğollar tarafından kuşatılması

1206 yılında Cengiz Han, Orta Asya Moğolları arasında güçlü bir hanedanlık kurdu. Bu Moğol İmparatorluğu 13. yüzyıl boyunca hem doğuda Çin'i hem de batıda eski İslam halifeliğinin büyük bölümünü (ve Kiev Rusyası'nı) içeren Avrasya kara kütlesinin çoğunu fethetti. Hülagü Han'ın 1258'de Bağdat'ı yerle bir etmesi geleneksel olarak Altın Çağ'ın yaklaşık sonu olarak görülür. Moğollar, Muhammed'in amcası Abbas ibn Abdülmuttalib'in soyundan gelen ve Bağdat'ta hüküm süren son Abbasi halifesi olan El-Musta'sim'in kanının dökülmesi halinde doğaüstü bir felaketin meydana geleceğinden korkuyorlardı. İranlı Şiiler, Hüseyin bin Ali'nin Kerbela Savaşı'nda ölümünden sonra böyle bir felaketin yaşanmadığını belirtirler; yine de önlem olarak ve kraliyet kanının dökülmesini yasaklayan bir Moğol tabusuna uygun olarak, Hulagu 20 Şubat 1258'de El-Musta'sım'ı bir halıya sardırır ve atlarla çiğneterek öldürtür. Moğolistan'a gönderilen en küçük oğlu ve Hülagu'nun hareminde köle olan bir kızı dışında Halife'nin yakın ailesi de idam edildi.

Kahire Abbasi Halifeliği (1261-1517)

9. yüzyılda Abbasiler, Memlükler olarak bilinen ve Arap kökenli olmayan insanlardan oluşan, sadece halifelerine sadık bir ordu kurdular. Me'mun (813-833) ve kardeşi ve halefi Mu'tasım (833-842) döneminde oluşturulan bu güç, imparatorluğun daha fazla parçalanmasını engelledi. Memlük ordusu, genellikle olumsuz olarak görülse de, halifeliğe hem yardım etti hem de zarar verdi. Başlangıçta, hükümete iç ve dış sorunları ele almak için istikrarlı bir güç sağladı. Ancak bu yabancı ordunun kurulması ve el-Mu'tasım'ın başkenti Bağdat'tan Samarra'ya taşıması, halifelik ile yönettiğini iddia ettiği halklar arasında bir bölünme yarattı. Buna ek olarak, Memlüklerin gücü, el-Radi (934-941) kraliyet işlevlerinin çoğunu Muhammed ibn Raik'e devretmek zorunda kalana kadar giderek arttı.

Abbasiler tarafından bir Memlük Ordusu oluşturulmasına benzer şekilde, Mısır merkezli Eyyubi Hanedanlığı tarafından da bir Memlük Ordusu oluşturuldu. Bu Memlükler, efendilerini doğrudan devirmeye karar verdiler ve 1250 yılında Memlük Sultanlığı olarak bilinen yerde iktidara geldiler. 1261'de Bağdat'ın Moğollar tarafından tahrip edilmesinin ardından Mısır'ın Memlük yöneticileri Kahire'de Abbasi halifeliğini yeniden kurdular. Kahire'nin ilk Abbasi halifesi El-Mustansır'dı. Mısır'daki Abbasi halifeleri otoritenin varlığını sürdürmeye devam ettiler, ancak bu otorite dini konularla sınırlıydı. Kahire'deki Abbasi halifeliği, I. Selim tarafından esir olarak Konstantinopolis'e götürülen ve burada törensel bir rol üstlenen III. Mütevekkil'in zamanına kadar sürdü. Kahire'ye döndükten sonra 1543 yılında ölmüştür.

Kültür

İslam Altın Çağı

Abbasi döneminden el yazması

MS 1258'de Moğolların Bağdat'ı fethine kadar süren Abbasi tarihi dönemi İslam Altın Çağı olarak kabul edilir. İslam Altın Çağı, 8. yüzyılın ortalarında Abbasi Halifeliğinin yükselişi ve başkentin Şam'dan Bağdat'a taşınmasıyla başlamıştır. Abbasiler, bilginin değerini vurgulayan "âlimin mürekkebi şehidin kanından daha kutsaldır" gibi Kur'an emirlerinden ve hadislerden etkilenmişlerdir. Bu dönemde Abbasilerin ilim davasını savunması ve Bağdat'ta hem Müslüman hem de gayrimüslim âlimlerin dünyadaki tüm bilgileri Arapçaya çevirmeye ve bir araya getirmeye çalıştığı Bilgelik Evi'ni kurmasıyla Müslüman dünyası bilim, felsefe, tıp ve eğitim için entelektüel bir merkez haline geldi. Aksi takdirde kaybolacak olan antik çağa ait pek çok klasik eser Arapça ve Farsçaya çevrilmiş, daha sonra da Türkçe, İbranice ve Latinceye çevrilmiştir. Bu dönemde İslam dünyası, Roma, Çin, Hint, İran, Mısır, Kuzey Afrika, Antik Yunan ve Ortaçağ Yunan medeniyetlerinden edinilen bilgileri toplayan, sentezleyen ve önemli ölçüde geliştiren bir kültür kazanı olmuştur. Huff'a göre, "astronomi, simya, matematik, tıp, optik ve benzeri hemen hemen her alanda Halifeliğin bilim adamları bilimsel ilerlemenin ön saflarında yer almıştır."

Bilim

Bağdat'ta 1227 yılında kurulan El-Mustansiriye Üniversitesi Medresesi, Abbasi döneminden günümüze kalan tek medreselerden biri

Harun el-Reşid (786-809) ve haleflerinin hükümdarlıkları büyük bir entelektüel başarı çağını teşvik etti. Bu büyük ölçüde, meşruiyet iddiasının bir parçası olarak Arap kültürünün üstünlüğü iddiasına dayanan Emevi rejiminin altını oyan hizipçi güçlerin ve Abbasilerin Arap olmayan Müslümanların desteğini memnuniyetle karşılamasının sonucuydu. Abbasi halifelerinin yönetimlerini Sasanilerinkinden örnek aldıkları iyi bilinmektedir. Hatta Harun el-Reşid'in (annesi İranlı olan) oğlu Memun'un şöyle dediği aktarılır:

Persler bin yıl hüküm sürdüler ve biz Araplara bir gün bile ihtiyaç duymadılar. Biz onları bir ya da iki yüzyıldır yönetiyoruz ve onlarsız bir saat bile yapamıyoruz.

Cabir ibn Hayyan, organik kimyada bir öncüdür.

İslam yönetimi altında yaşayan bir dizi Ortaçağ düşünürü ve bilim insanı, İslam biliminin Hıristiyan Batı'ya aktarılmasında rol oynamıştır. Ayrıca bu dönem, Öklid ve Claudius Ptolemy'ninki gibi İskenderiye matematik, geometri ve astronomi bilgilerinin çoğunun geri kazanılmasına tanıklık etmiştir. Kurtarılan bu matematiksel yöntemler daha sonra başta İranlı bilim adamları El-Biruni ve Ebu Nasr Mansur olmak üzere diğer İslam alimleri tarafından geliştirilmiştir.

Hıristiyanlar (özellikle de Nasturi Hıristiyanlar), Yunan filozofların eserlerini Süryaniceye ve daha sonra Arapçaya çevirerek Emeviler ve Abbasiler döneminde Arap İslam Medeniyetine katkıda bulunmuşlardır. Nasturiler Arap kültürünün oluşumunda önemli bir rol oynamış, Gondişapur Akademisi geç Sasani, Emevi ve erken Abbasi dönemlerinde öne çıkmıştır. Özellikle Nasturi Buhtişu ailesinin sekiz nesli sekizinci ve on birinci yüzyıllar arasında halife ve sultanların özel doktorları olarak hizmet vermiştir.

Cebir, bu dönemde İranlı bilim adamı Muhammed ibn Mûsâ el-Hârizmî tarafından, cebir teriminin türetildiği Kitab al-Jabr wa-l-Muqabala adlı dönüm noktası niteliğindeki metninde önemli ölçüde geliştirilmiştir. Bu nedenle, Yunan matematikçi Diophantus'a da bu unvan verilmiş olsa da, bazıları tarafından cebirin babası olarak kabul edilir. Algoritma ve algoritma terimleri, Arap rakamlarını ve Hindu-Arap rakam sistemini Hint alt kıtasının ötesine tanıtmaktan da sorumlu olan Harezmi'nin adından türetilmiştir.

İbn el-Heysem, "Optiğin babası.

Arap bilim adamı İbn el-Heysem (Alhazen) Optik Kitabı'nda (1021) erken bir bilimsel yöntem geliştirmiştir. Bilimsel yöntemin en önemli gelişimi, Müslüman bilim insanları arasında başlayan ve genel olarak ampirik bir yönelim içinde belirlenen rakip bilimsel teoriler arasında ayrım yapmak için deneylerin kullanılmasıydı. İbn el-Heysem'in ışığın yayılma teorisini (yani ışık ışınlarının gözlerden yayılmak yerine gözlere girdiğini) ampirik olarak kanıtlaması özellikle önemliydi. Alhazen bilimsel yöntem tarihinde, özellikle de deneye yaklaşımında önemli bir yere sahiptir ve "dünyanın ilk gerçek bilim insanı" olarak anılmaktadır.

Ortaçağ İslam'ında tıp, özellikle Abbasiler döneminde ilerleyen bir bilim alanıydı. Bağdat'ta 9. yüzyıl boyunca 800'den fazla doktor görev yapmış, anatomi ve hastalıkların anlaşılmasında büyük keşifler yapılmıştır. Kızamık ve çiçek hastalığı arasındaki klinik ayrım bu dönemde tanımlanmıştır. Ünlü İranlı bilim adamı İbn Sina (Batı'da Avicenna olarak bilinir), bilim adamlarının biriktirdiği muazzam miktardaki bilgiyi özetleyen risaleler ve eserler üretti ve ansiklopedileri The Canon of Medicine ve The Book of Healing aracılığıyla çok etkili oldu. Onun ve diğerlerinin çalışmaları Rönesans döneminde Avrupalı bilim adamlarının araştırmalarını doğrudan etkilemiştir.

Ortaçağ İslam'ında astronomi, Dünya'nın ekseninin presesyonunun ölçüm hassasiyetini geliştiren Al-Battani tarafından ilerletilmiştir. El-Battani, İbn Rüşd, Nasirüddin Tusi, Müeyyedüddin Urdi ve İbnü'ş-Şatır tarafından yer merkezli modelde yapılan düzeltmeler daha sonra Kopernik'in güneş merkezli modeline dahil edilmiştir. Usturlap, aslen Yunanlılar tarafından geliştirilmiş olsa da, İslam astronomları ve mühendisleri tarafından daha da geliştirilmiş ve daha sonra Ortaçağ Avrupa'sına getirilmiştir.

Müslüman simyacılar, özellikle Câbir ibn Hayyân'a (Geber) atfedilen yazılar olmak üzere Ortaçağ Avrupalı simyacılarını etkilemiştir.

Edebiyat

El-Mütevekkil (847-861) tarafından inşa ettirilen Dar Al-Baraka Sarayı'ndaki kabul salonlarıyla çevrili büyük dairesel havuzun kalıntıları.
More tales from the Arabian nights (1915) kitabından illüstrasyon

İslam dünyasından en iyi bilinen kurgu, esas olarak Abbasi döneminde derlenen fantastik halk masalları, efsaneler ve benzetmelerden oluşan Binbir Gece Masalları kitabıdır. Koleksiyonun, Sasani dönemi Farsça bir prototipin Arapça çevirisinden kaynaklandığı ve muhtemelen Hint edebi geleneklerinden geldiği kaydedilmektedir. Arap, Fars, Mezopotamya ve Mısır folklor ve edebiyatından hikayeler daha sonra dahil edilmiştir. Destanın 10. yüzyılda şekillendiği ve 14. yüzyılda son haline ulaştığı düşünülmektedir; masalların sayısı ve türü bir el yazmasından diğerine değişiklik göstermiştir. Tüm Arap fantastik masalları, Binbir Gece Masalları kitabında yer alıp almadıklarına bakılmaksızın, İngilizceye çevrildiklerinde genellikle "Arabian Nights" olarak adlandırılmıştır. Bu destan, 18. yüzyılda ilk olarak Antoine Galland tarafından çevrildiğinden beri Batı'da etkili olmuştur. Özellikle Fransa'da birçok taklidi yazılmıştır. Bu destanın Alaaddin, Sinbad ve Ali Baba gibi çeşitli karakterleri Batı kültüründe kültürel ikonlar haline gelmiştir.

Romantizm üzerine İslami şiirin ünlü bir örneği, İranlı, Azerbaycanlı ve diğer şairler tarafından Farsça, Azerice ve Türkçe dillerinde daha da geliştirilen, aslen Arapça bir hikaye olan Leyla ile Mecnun'dur. Bu, daha sonraki Romeo ve Juliet'e çok benzeyen, ölümsüz aşkın trajik bir öyküsüdür.

Arap şiiri Abbasiler döneminde, özellikle de merkezi otoritenin kaybı ve Fars hanedanlarının yükselişinden önce en yüksek seviyesine ulaşmıştır. Ebu Tammam ve Ebu Nuvas gibi yazarlar 9. yüzyılın başlarında Bağdat'taki halife sarayına yakından bağlıyken, el-Mütenebbi gibi diğerleri himayelerini bölgesel saraylardan almıştır.

Harun el-Reşid döneminde Bağdat, kâğıt yapımının başlamasından sonra çoğalan kitapçı dükkânlarıyla ünlüydü. Çinli kâğıtçılar 751 yılında Talas Savaşı'nda Araplar tarafından esir alınanlar arasındaydı. Savaş esiri olarak Semerkant'a gönderildiler ve burada ilk Arap kâğıt fabrikasının kurulmasına yardımcı oldular. Zamanla kâğıt, yazı aracı olarak parşömenin yerini aldı ve kitap üretimi büyük ölçüde arttı. Bu olayların, Batı'da matbaanın kullanılmaya başlanmasıyla karşılaştırılabilecek akademik ve toplumsal bir etkisi oldu. Kâğıt, iletişim ve kayıt tutmaya yardımcı olurken aynı zamanda işletmelere, bankacılığa ve kamu hizmetlerine yeni bir karmaşıklık ve karmaşıklık getirdi. 794 yılında Cafa el-Barmak Bağdat'ta ilk kâğıt fabrikasını inşa etti ve teknoloji buradan yayıldı. Harun, kâğıda kaydedilen bir şey kolayca değiştirilemeyeceği veya silinemeyeceği için devlet işlerinde kâğıt kullanılmasını şart koştu ve sonunda Bağdat'ın iş merkezindeki bir caddenin tamamı kâğıt ve kitap satışına ayrıldı.

Felsefe

"İslam felsefesi" için yapılan yaygın tanımlardan biri "İslam kültürü çerçevesinde üretilen felsefe tarzı "dır. Bu tanıma göre İslam felsefesi ne zorunlu olarak dini konularla ilgilidir ne de sadece Müslümanlar tarafından üretilir. Aristoteles üzerine yaptıkları çalışmalar, antik Yunan'dan İslam dünyasına ve Batı'ya ilim aktarımında önemli bir adım olmuştur. Sık sık filozofu düzelterek içtihat ruhu içinde canlı bir tartışmayı teşvik etmişlerdir. Aynı zamanda etkili özgün felsefi eserler de yazmışlar ve düşünceleri Orta Çağ boyunca, özellikle Thomas Aquinas tarafından Hıristiyan felsefesine dahil edilmiştir.

Üç spekülatif düşünür, el-Kindi, el-Farabi ve İbn Sina, Aristotelesçilik ve Yeni Eflatunculuğu İslam'ın getirdiği diğer fikirlerle birleştirmiş ve bunun sonucunda İbn Sînacılık ortaya çıkmıştır. Diğer etkili Abbasi filozofları arasında el-Cahiz ve İbn el-Heysem (Alhacen) sayılabilir.

Mimari

Bağdat'ın Kuruluşu

Halife el-Mansur, MS 762'de imparatorluğun merkez üssü Bağdat'ı, hanedanını önceki Emevilerden (Şam merkezli) ve asi Kufe ve Basra şehirlerinden ayırmanın bir yolu olarak kurdu. Mezopotamya, yüksek tarımsal üretimi, Fırat ve Dicle Nehirlerine erişimi (bölge çapında ticaret ve iletişime olanak tanır), geniş imparatorluğun köşeleri arasındaki merkezi konumu (Mısır'dan Afganistan'a uzanan) ve İpek Yolu ile Hint Okyanusu ticaret yollarına erişimi nedeniyle bir başkent için ideal bir yerdi; tüm bunlar bölgenin Ur, Babil, Ninova ve Ctesiphon gibi önemli başkentlere ev sahipliği yapmasının ve daha sonra Britanya İmparatorluğu tarafından Hindistan'a erişimi sürdürmek için bir ileri karakol olarak istenmesinin temel nedenleriydi. Şehir, Dicle Nehri'nin yanında dairesel bir şekilde düzenlenmiş ve dört büyük kapısı (Kufe, Basra, Horasan ve Suriye olarak adlandırılmıştır) olan 100.000 kişilik bir işgücü tarafından çekirdeğin etrafında birbirini takip eden halkalar halinde devasa tuğla duvarlar inşa edilmiştir. Şehrin merkezi çevresi Mansur'un 360.000 feet kare (33.000 m2) büyüklüğündeki sarayını ve 90.000 feet kare (8.400 m2) büyüklüğündeki Bağdat Ulu Camii'ni içeriyordu. Dicle boyunca seyahat ve Fırat'ın Dicle'ye dökülmesini sağlayan su yolları ağı, nüfusa hizmet eden köprüler ve kanallarla kolaylaştırılmıştır.

Cam ve kristal

Yakın Doğu, Roma döneminden beri kaliteli cam eşya ve kristal merkezi olarak tanınmaktadır. Samarra'daki 9. yüzyıl buluntuları Sasani formlarına benzer stiller göstermektedir. Ev içi kullanıma yönelik şişeler, mataralar, vazolar ve fincanlardan oluşan bu nesnelerin süslemeleri arasında kalıplanmış flütler, bal peteği desenleri ve yazılar bulunmaktadır. Sasanilerden gelmemiş olabilecek diğer stiller damgalı eşyalardı. Bunlar genellikle hayvan, kuş ya da Kufi yazıtlı madalyonlar ya da diskler gibi yuvarlak damgalardı. Nişabur'da prizmatik parfüm şişelerinin yanı sıra tipik olarak mavi veya yeşil renkli kurşun cam bulunmuştur. Son olarak, kesme cam, Abbasi cam işçiliğinin çiçek ve hayvan desenleriyle süslenmiş en yüksek noktası olabilir.

Boyama

Samarra'da 9. yüzyıla ait harem duvar resmi parçaları bulundu

Erken dönem Abbasi resim sanatı günümüze çok fazla miktarda ulaşmamıştır ve bazen ayırt edilmesi daha zordur; ancak Samarra, Abbasiler tarafından inşa edilip 56 yıl sonra terk edildiği için iyi örnekler sunmaktadır. Sarayın kazılan başlıca odalarının duvarlarında duvar resimleri ve canlı oymalı alçı dadolar görülmektedir. Üslubun Sasani sanatından çok az değişiklikle alındığı açıktır; haremler, hayvanlar ve dans eden insanlar gibi benzer üslupların yanı sıra giysiler de Farsçadır. Nişabur'un kendi resim okulu vardı. Nişabur'da yapılan kazılarda 8. ve 9. yüzyıllara ait hem tek renkli hem de çok renkli sanat eserleri bulunmuştur. Ünlü bir sanat eseri, şahinli ve at sırtında, tam bir kıyafet içinde avlanan soylulardan oluşur; kıyafetler onları yine Abbasilerin bir alt hanedanı olan Tahiriler olarak tanımlar. Diğer üsluplar, dört ayak yüksekliğinde bir dedo üzerinde güzel renklerde bitki örtüsü ve meyvelerdir.

Çömlekçilik

Kufi Yazıtlı Kase, 9. yüzyıl, Brooklyn Müzesi
Samarra'daki Kasr-ı Aşık sarayı, 877-882 yılları arasında inşa edilmiştir. Emir 'Amad al-Dawla bu saray hakkında bir şiir yazmıştır. Ortaçağ döneminde, "sevgili" anlamına gelen "al-Ma'shuq (Arapça: المعشوق)" olarak anılırdı.

Resim ve mimari Abbasi hanedanının güçlü olduğu alanlar değilken, çömlekçilik farklı bir hikâyeydi. Bir bütün olarak İslam kültürü ve özellikle de Abbasiler, yeni fikir ve tekniklerin ön saflarında yer almışlardır. Çalışmalarının bazı örnekleri, süslemelerle oyulmuş ve ardından sarı-kahverengi, yeşil ve mor sırlarla renklendirilmiş parçalardı. Tasarımlar geometrik desenler, Kufi harfler ve arabesk parşömenlerin yanı sıra rozetler, hayvanlar, kuşlar ve insanlarla çeşitlilik gösteriyordu. 8'inci ve 9'uncu yüzyıllara ait Abbasi çanak çömlekleri Kahire'ye kadar tüm bölgede bulunmuştur. Bunlar genellikle sarı bir kilden yapılmış ve altın, kahverengi veya kırmızı tonlarında metalik parlaklık elde etmek için ayrı sırlarla birçok kez pişirilmiştir. 9. yüzyıla gelindiğinde çömlekçiler tekniklerinde ustalaşmışlardı ve dekoratif tasarımları iki stile ayrılabilirdi. Pers stilinde hayvanlar, kuşlar ve insanların yanı sıra altınla yazılmış Kufi harfler de yer alır. Samarra'dan çıkarılan parçalar, daha sonraki dönemlere ait olanları canlılık ve güzellik açısından aşmaktadır. Bunlar ağırlıklı olarak Halifelerin kullanımı için yapılmıştır. Aynı teknik kullanılarak hem tek renkli hem de çok renkli lüster çiniler de yapılmıştır.

Tekstiller

Tekstil endüstrisinin merkezi olan Mısır, Abbasi kültürel ilerlemesinin bir parçasıydı. Kıptiler tekstil endüstrisinde istihdam ediliyor, keten ve ipek üretiyorlardı. Tinnis fabrikalarıyla ünlüydü ve 5.000'den fazla dokuma tezgâhı vardı. Tekstil örnekleri, sarıklar için ince bir keten olan kasab ve üst sınıf giysiler için badana idi. Mekke'deki Kabe'nin kisvesi Tinnis yakınlarındaki Tuna adlı bir kasabada yapılırdı. İnce ipek de Dabık ve Dimyat'ta yapılırdı. Sadece mürekkep değil sıvı altın da kullanılan damgalı ve yazılı kumaşlar özellikle ilgi çekicidir. Bazı ince parçalar, uygun tasarım ve rengi elde etmek için altı ayrı damga gerektirecek şekilde renklendirilmiştir. Bu teknoloji zamanla Avrupa'ya da yayılmıştır.

Teknoloji

Harun el-Reşid tarafından Şarlman'a verilen bir su saatini gösteren illüstrasyon

Abbasiler teknolojide Çin'den kağıt yapımını benimsemişlerdir. Kâğıt kullanımı MS 8. yüzyılda Çin'den halifeliğe yayılmış, 10. yüzyılda Endülüs'e (İslami İspanya) ve ardından Avrupa'nın geri kalanına ulaşmıştır. Üretimi parşömenden daha kolaydı, papirüsten daha az çatlıyordu ve mürekkebi emebiliyordu, bu da onu Kuran'ın kayıtlarını ve kopyalarını yapmak için ideal hale getiriyordu. "İslami kağıt üreticileri, yüzyıllar boyunca Avrupa'da mevcut olanlardan çok daha büyük baskılar yapmak için el yazmalarını elle kopyalamak için montaj hattı yöntemleri geliştirdiler." Dünyanın geri kalanı ketenden kâğıt yapmayı Abbasilerden öğrendi. Barut bilgisi de halifelik aracılığıyla Çin'den aktarılmış, saf potasyum nitrat ve patlayıcı barut etkisi için formüller ilk kez burada geliştirilmiştir.

Yel değirmeni gibi yeni teknolojiler kullanılarak sulama ve tarımda ilerlemeler kaydedildi. Badem ve turunçgiller gibi ürünler Endülüs üzerinden Avrupa'ya getirildi ve şeker yetiştiriciliği Avrupalılar tarafından yavaş yavaş benimsendi. Nil, Dicle ve Fırat dışında seyrüsefere elverişli nehirler nadirdi, bu nedenle deniz yoluyla ulaşım çok önemliydi. Seyir bilimleri oldukça gelişmişti ve ilkel bir sekstant (kamal olarak bilinir) kullanılıyordu. Dönemin ayrıntılı haritalarıyla birleştirildiğinde, denizciler kıyı boyunca ilerlemek yerine okyanuslar boyunca yelken açabiliyorlardı. Abbasi denizcileri aynı zamanda üç direkli büyük ticaret gemilerinin Akdeniz'e yeniden getirilmesinden de sorumluydular. Karavel adı, daha eski bir Arap gemisi olan kâribden türemiş olabilir. Arap tüccarlar 16. yüzyılda Portekizlilerin gelişine kadar Hint Okyanusu'ndaki ticarete hâkim olmuşlardır. Hürmüz bu ticaret için önemli bir merkezdi. Akdeniz'de de Müslüman ülkelerin birbirleriyle ve Venedik ya da Cenova gibi Avrupalı güçlerle ticaret yaptığı yoğun bir ticaret yolları ağı vardı. Orta Asya'dan geçen İpek Yolu, Çin ile Avrupa arasında Abbasi halifeliğinden geçiyordu.

Yel değirmenleri Abbasilerin teknoloji alanındaki icatları arasındaydı.

Abbasi halifeliğindeki mühendisler, hidroelektrik enerjisinin bir dizi yenilikçi endüstriyel kullanımının yanı sıra gelgit gücünün, rüzgâr gücünün ve petrolün (özellikle damıtılarak gazyağına dönüştürülmesi yoluyla) erken endüstriyel kullanımlarını gerçekleştirmiştir. İslam dünyasında su değirmenlerinin endüstriyel kullanımı 7. yüzyıla kadar uzanırken, yatay çarklı ve dikey çarklı su değirmenlerinin her ikisi de en azından 9. yüzyıldan beri yaygın olarak kullanılmaktaydı. Haçlı Seferleri sırasında Endülüs ve Kuzey Afrika'dan Orta Doğu ve Orta Asya'ya kadar İslam dünyasındaki her vilayette değirmenler faaliyetteydi. Bu değirmenler çeşitli tarımsal ve endüstriyel görevleri yerine getiriyordu. Abbasi mühendisleri ayrıca krank milleri içeren makineler (pompalar gibi) geliştirmiş, değirmenlerde ve su yükseltme makinelerinde dişliler kullanmış ve su değirmenlerine ve su yükseltme makinelerine ek güç sağlamak için barajlar kullanmışlardır. Bu tür gelişmeler, eski çağlarda el emeği ile yapılan birçok endüstriyel işin Ortaçağ İslam dünyasında makineleşmesini ve makineler tarafından yapılmasını mümkün kılmıştır. Su gücünün endüstriyel kullanımının İslami İspanya'dan Hıristiyan İspanya'ya yayıldığı ve ilk kez Katalonya'da dolgu değirmenleri, kağıt değirmenleri ve demirci değirmenlerinin kaydedildiği ileri sürülmüştür.

Arap Tarım Devrimi sırasında tekstil, şeker, ip yapımı, hasır, ipek ve kâğıt gibi erken dönem endüstrileri de dâhil olmak üzere bir dizi endüstri ortaya çıkmıştır. Özellikle 12. yüzyılda yapılan Latince çeviriler, kimya ve alet yapımına dair bilgileri aktarmıştır. Tarım ve el sanatları endüstrileri de bu dönemde yüksek düzeyde büyüme yaşamıştır.

Kadınların statüsü

Daha önceki dönemin aksine, Abbasi toplumunda kadınlar toplumun merkezi işlerinin tüm alanlarında yer almıyordu. Müslüman ataları erkekleri savaşa götürürken, isyanlar başlatırken ve Hadis literatüründe gösterildiği gibi toplum hayatında aktif bir rol oynarken, Abbasi kadınları ideal olarak inzivaya çekilmişti. Fetihler Müslüman elitlere muazzam bir zenginlik ve çok sayıda köle getirmişti. Kölelerin çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşuyordu ve bunların çoğu mağlup Sasani üst sınıflarının bağımlıları ya da harem üyeleriydi. Fetihlerin ardından seçkin bir adam potansiyel olarak bin köleye sahip olabilirken, sıradan askerler kendilerine hizmet eden on kişiye sahip olabiliyordu.

Abbasi Halifeliği'nin seçkin kadınlarının önde gelen tarihçisi Nabia Abbott, harem kadınlarının yaşamlarını şöyle anlatır.

En seçkin kadınlar ağır perdelerin ve kilitli kapıların ardına hapsedilir, ipleri ve anahtarları o acınası yaratığın, harem ağasının eline emanet edilirdi. Haremin büyüklüğü arttıkça, erkekler doymak bilmiyordu. Bireysel haremdeki doygunluk, tek bir erkek için can sıkıntısı ve çok sayıda kadın için ihmal anlamına geliyordu. Bu koşullar altında ... sapkın ve doğal olmayan yollarla tatmin, topluma, özellikle de üst sınıflara sızdı.

İnsanların, özellikle de kadınların cinsel kullanım nesneleri olarak pazarlanması, elit erkeklerin etkileşimde bulundukları kadınların büyük çoğunluğuna sahip oldukları ve onlarla efendilerin kölelerle kurduğu ilişki gibi ilişki kurdukları anlamına geliyordu. Köle olmak görece özerklikten yoksun olmak anlamına geliyordu ve bir hareme ait olmak, harem hayatının değişken siyaseti nedeniyle bir eşin ve çocuklarının istikrar ve sürekli destek konusunda çok az güvenceye sahip olmasına neden oluyordu.

İbn Abbas'tan Muhammed'in şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Hiçbir erkek yoktur ki, iki kızı ergenlik çağına ulaşsın ve birlikte oldukları süre boyunca onlara iyi davransın da onlar kendisine cenneti kazandırsın."

"Kimin üç kızı olur da onlara karşı sabırlı davranır, onları yedirir, içirir ve malından onları giydirirse, kıyamet günü onlar kendisi için ateşten bir kalkan olurlar."

Yine de köle cariyeler (qiyans ve jawaris) ve prensesler prestijli ve önemli şiirler üretmişlerdir. Kadınların tarihsel deneyimlerine erişmemizi sağlayacak kadar çok şey günümüze ulaşmıştır ve Sufi mistik Rabi'a el-Edviyye (MS 714-801), prenses ve şair 'Ulayya bint el-Mehdi (MS 777-825) ve şarkıcı kızlar Şâriye (MS 815-870 civarı) gibi bazı canlı ve güçlü figürleri ortaya çıkarmaktadır. MS 815-870), Fadl Aşşa'ira (ö. MS 871) ve Arib el-Ma'muniyye (MS 797-890).

Abbasi haremindeki her eşin, haremağaları ve hizmetçilerden oluşan kendi köleleştirilmiş personel kadrosuyla birlikte ek bir evi veya dairesi vardı. Bir cariye erkek çocuk doğurduğunda, rütbesi ümmü veled'e yükseltilir ve ayrıca hediye olarak daireler ve (köle) hizmetçiler alırdı.

Yahudilere ve Hıristiyanlara Yapılan Muamele

Huneyn ibn İshak etkili bir çevirmen, bilgin, hekim ve bilim adamıydı.

Abbasi Halifeliği'nde Yahudilerin, Hristiyanların ve gayrimüslimlerin statüsü ve onlara yapılan muamele karmaşık ve sürekli değişen bir konuydu. Gayrimüslimler zimmî olarak adlandırılırdı. Zimmiler Müslümanların sahip olduğu tüm ayrıcalıklara sahip değildi ve genellikle Müslüman olmadıkları için bir vergi olan cizye ödemek zorundaydılar. Zimmilere yapılan muamelenin ortak yönlerinden biri, muamelenin o sırada Halife'nin kim olduğuna bağlı olmasıdır. El-Mütevekkil (MS 822-861) gibi bazı Abbasi hükümdarları, zimmilerin toplum içinde giyebilecekleri kıyafetlere katı kısıtlamalar getirmiş, genellikle onları Müslümanlardan ayıran sarı giysiler giydirmiştir. Mütevekkil'in uyguladığı diğer kısıtlamalar arasında zimmilerin hükümetteki rolünün sınırlandırılması, zimmilerin konutlarına el konulması ve zimmilerin eğitim almasının zorlaştırılması yer alıyordu. Ancak diğer Abbasi halifelerinin çoğu Mütevekkil kadar katı değildi. El-Mansur döneminde (MS 714-775), Yahudilerin ve Hristiyanların Halifelikteki, özellikle de Bağdat'taki genel kültürü etkilemeleri yaygındı. Yahudiler ve Hıristiyanlar bunu ilmi çalışmalara katılarak yaptılar ve hatta Hıristiyanlar İslami cenaze töreni geleneklerini bile etkilediler.

Bir halifenin yönetimi sırasında zimmilere karşı uygulanan yasaların, sonraki halifelerin hükümdarlıkları sırasında ya kaldırıldığı ya da uygulanmadığı yaygındı. El-Mansur ve Mütevekkil, gayrimüslimlerin kamu görevlerinde yer almasını yasaklayan kanunlar çıkarmıştır. El-Mansur kendi yasasını çok yakından takip etmedi ve zimmilerin finans alanında ihtiyaç duyulan uzmanlığı nedeniyle zimmileri Halifelik hazinesine geri getirdi. Mütevekkil, zimmileri kamu görevlerinden men eden yasayı daha ciddi bir şekilde takip etti, ancak saltanatından kısa bir süre sonra zimmilerin yönetime katılmasıyla ilgili yasaların çoğu tamamen göz ardı edildi ya da en azından daha az sıkı bir şekilde uygulandı. Gayrimüslimlerin kamu görevlerinden men edilmesi konusunda Mütevekkil ile benzer bir tutum sergileyen El-Muktedir'in (MS 908-932) bile birden fazla Hristiyan sekreteri olması, gayrimüslimlerin Halifelik içindeki en önemli figürlerin çoğuna hâlâ erişebildiğini göstermektedir. Sıradan bir ilişkiyi ya da yüksek rütbeli İslami yetkililere sekreterlik yapmayı aşarak, bazıları halifeden sonra en yüksek ikinci makam olan vezirliğe kadar yükselmiştir.

Yahudiler ve Hıristiyanlar Abbasi Halifeliği'nde Müslümanlara kıyasla daha düşük bir genel statüye sahip olabilirlerdi, ancak zimmilerin doktorluk ve devlet memurluğu gibi saygın ve hatta bazı durumlarda prestijli mesleklere sahip olmalarına izin verilirdi. Yahudi ve Hristiyanların da zimmî oldukları için vergilendirilseler bile zengin olmalarına izin verilirdi. Zimmiler sosyal merdivende yukarı ve aşağı doğru hareket edebiliyordu, ancak bu büyük ölçüde söz konusu halifeye bağlıydı. O dönemde Yahudi ve Hristiyanların sosyal konumlarına dair bir gösterge de Müslümanlarla yan yana yaşayabilmeleriydi. Örneğin, el-Mansur Halifeliği yönetirken, zimmilerin Müslümanlarla aynı mahallelerde yaşaması alışılmadık bir durum değildi. Zimmilerin devlette prestijli işlere ve pozisyonlara sahip olmalarına izin verilmesinin en büyük nedenlerinden biri, genellikle devletin refahı için önemli olmaları ve eldeki işle mükemmel bir şekilde başa çıkabilecek yetkinlikte olmalarıdır. Halifelikteki bazı Müslümanlar, bir İslam devleti olmasına rağmen kamu görevlerinde kendilerini yöneten zimmiler olduğu fikrinden rahatsız olurken, diğer Müslümanlar da yönetici sınıfın çoğunluğunu Müslümanlar oluştursa bile bazı zimmileri diğer Müslümanlardan daha fazla zenginlik veya prestije sahip oldukları için zaman zaman kıskanmışlardır. Genel olarak Müslümanlar, Yahudiler ve Hristiyanlar, Avrupa'da Yahudilere yapılan muamelenin aksine, özellikle Yahudiler için zaman zaman olumlu sayılabilecek yakın ilişkilere sahipti.

Zimmilere uygulanan yasaların ve kısıtlamaların çoğu, önceki devletlerin azınlık dinlerine, özellikle de Yahudilere karşı ayrımcılık yapmak için kullandıkları diğer yasalara benziyordu. Dördüncü yüzyılda Romalılar Yahudilerin kamu görevlerinde bulunmasını yasaklamış, Roma vatandaşlarının Yahudiliğe geçmesini yasaklamış ve Roma ordusunda görev yapan Yahudilerin rütbelerini sık sık düşürmüştür. Tam tersine, iki vezirin, İbn el-Furat ve Ali ibn İsa ibn el-Cerrah'ın, İbn el-Furat'ın bir Hıristiyan'ı ordunun başına getirme kararı hakkında tartıştığı bir olay vardı. Bir önceki vezir Ebu Muhammed el-Hasan el-Bezuri de böyle yapmıştı. Bu yasalar, el-Mansur'un zimmilere karşı çıkardığı yasalardan önceydi ve genellikle benzer kısıtlamalara sahipti, ancak Roma imparatorları bu yasaları uygulama konusunda Abbasi halifelerinden çok daha katıydı.

Bağdat'taki Yahudilerin çoğu Arap toplumuyla kaynaşmış ve Arapçayı ana dilleri olarak kabul etmişlerdir. Bazı Yahudiler okullarında İbranice öğreniyor ve Yahudi dini eğitimi gelişiyordu. Birleşik Müslüman imparatorluğu, Yahudilerin Orta Doğu'da dağınık halde bulunan cemaatleri arasındaki bağları yeniden inşa etmelerine olanak sağladı. Şehrin Talmudik enstitüsü hahamlık geleneğinin Avrupa'ya yayılmasına yardımcı oldu ve Bağdat'taki Yahudi cemaati on hahamlık okulu ve yirmi üç sinagog kurmaya devam etti. Bağdat'ta sadece Müslüman azizlerin ve şehitlerin mezarları değil, aynı zamanda Yahudilerin Levant'tan ilk göçü sırasında cesedi Irak'a getirilen İbrani peygamberi Yeşu'nun mezarı da bulunuyordu.

Araplaştırma

Abbasiler başlangıçta Emevi İmparatorluğu'ndaki Arap olmayanlara karşı sosyal eşitsizlikleri istismar ederek güç kazanırken, Abbasi yönetimi sırasında imparatorluk, özellikle Bereketli Hilal bölgesinde (yani Mezopotamya ve Levant) Emevi yönetimi altında başladığı gibi hızla Araplaştı. Bilgi imparatorluk genelinde Arap dilinde paylaşıldıkça, farklı milletlerden ve dinlerden birçok insan günlük yaşamlarında Arapça konuşmaya başladı. Diğer dillerden kaynaklar Arapçaya çevrilmeye başlandı ve önceki kültürlerle Arap kültürünü kaynaştıran, o dönemde Avrupa'da bir mucize olarak görülen bir medeniyet ve bilgi düzeyi yaratan benzersiz bir İslami kimlik oluşmaya başladı.

Tatiller

İmparatorluktaki Müslümanlar kendi bayramlarının yanı sıra Hıristiyan bayramlarını da kutladıkları için belirli günlerde büyük ziyafetler düzenlenirdi. İki ana İslami bayram vardı: biri Ramazan ayının sonunda kutlanırdı; diğeri ise "Kurban Bayramı" idi. İlki özellikle neşeliydi çünkü çocuklar süsler ve tatlılar satın alırdı; insanlar en iyi yiyecekleri hazırlar ve yeni kıyafetler alırdı. Kuşluk vakti, Muhammed'in cübbesini giyen halife, silahlı askerler eşliğinde Ulu Cami'ye giden görevlilere rehberlik eder ve burada namaz kıldırırdı. Namazdan sonra, katılan herkes en iyi dileklerini paylaşır, akrabalarını ve arkadaşlarını kucaklardı. Şenlikler üç gün sürerdi. Bu sınırlı sayıdaki gece boyunca saraylar aydınlatılır ve Dicle üzerindeki teknelere ışıklar asılırdı. Bağdat'ın "bir gelin gibi ışıldadığı" söylenirdi. "Kurban Bayramı" sırasında, halka açık arenalarda koyunlar kesilir ve halife saray avlusunda büyük çaplı bir kurbana katılırdı. Daha sonra etler bölünür ve fakirlere dağıtılırdı.

Bu iki bayrama ek olarak Şiiler Fatıma ve Ali ibn Ebi Talib'in doğum günlerini de kutlardı. Kraliyet ailesindeki evlilikler ve doğumlar imparatorluktaki herkes tarafından kutlanırdı. Halifenin oğullarından birinin Kuran'ı düzgün bir şekilde okuyabildiğinin duyurulması toplumsal bir sevinçle karşılandı. Harun bu kutsal yeteneği geliştirdiğinde, halk meşaleler yaktı ve sokakları çiçek çelenkleriyle süsledi ve babası El-Mehdi 500 köleyi azat etti.

Diğer kültürlerden ve dinlerden ithal edilen tüm bayramlar arasında Bağdat'ta (çok sayıda Pers'in yaşadığı bir şehir) en çok kutlananı baharın gelişini kutlayan Nevruz'du. Pers birlikleri tarafından getirilen törensel bir abdestle, kent sakinleri kendilerine su serpiyor ve bademli kek yiyorlardı. İmparatorluk ailesinin sarayları altı gün ve gece boyunca ışıklandırıldı. Abbasiler aynı zamanda kışın başlangıcını simgeleyen (davulların çalındığı) İran bayramı Mihrac'ı ve evlerde tütsülerin yakıldığı, halkın prenslerin ve vezirlerin geçişini izlemek için Dicle boyunca toplandığı Sadar'ı da kutluyorlardı.

Askeri bayramlar

Hindistan kralının çok sayıda askeri vardır, ancak bunlara düzenli asker olarak ödeme yapılmaz; bunun yerine, kral ve ülke için savaşmaları için onları çağırır ve masrafları kendilerine ait olmak üzere ve krala hiçbir maliyeti olmadan savaşa giderler. Buna karşılık Çinliler, Arapların yaptığı gibi askerlerine düzenli maaş verirler.

- Ebu Zeyd el-Hasan el-Sirafi

Bağdat'ta Arap kökenli olan ya da Arap kökenli olduğunu söyleyen birçok Abbasi askeri lideri vardı. Ancak rütbelilerin çoğunun İran kökenli olduğu, büyük çoğunluğunun Batı İran ya da Azerbaycan'dan değil Horasan ve Maveraünnehir'den geldiği açıktır. Abbasileri iktidara getiren Horasanlı askerlerin çoğu Arap'tı.

Kerbela'nın güneyinde yer alan Ukhaidir Kalesi, MS 775 yılında inşa edilmiş, benzersiz bir savunma tarzına sahip büyük, dikdörtgen bir kaledir.

Müslümanların Horosan'daki daimi ordusu ezici bir çoğunlukla Araplardan oluşuyordu. Abbasilerin birlik organizasyonu, destekçiler arasında etnik ve ırksal eşitlik hedefiyle tasarlanmıştı. Ebu Müslim, İpek Yolu boyunca subayları askere alırken, onları kabile veya etnik-ulusal aidiyetlerine göre değil, mevcut ikamet yerlerine göre kaydetmiştir. Abbasiler döneminde İran halkları orduda ve bürokraside eskisine kıyasla daha iyi temsil edilir hale geldi. Abbasi ordusunun merkezinde Horasan Abna al-dawla piyadeleri ve Horasaniyye ağır süvarileri yer alıyordu ve Abbasi kaynaklarıyla kendi adamlarını toplayan ve görevlendiren kendi yarı özerk komutanları (qa'id) tarafından yönetiliyordu. el-Mu'tasım, Samanoğullarından Türk köle askerleri özel bir orduda toplama uygulamasına başladı ve bu da Halifeliğin dizginlerini ele geçirmesine izin verdi. Ömer tarafından oluşturulan eski cünd sistemini kaldırdı ve orijinal Arap asker soyundan gelenlerin maaşlarını Türk köle askerlere aktardı. Türk askerler, çocukluktan itibaren ata binmek için eğitilmiş yetenekli atlı okçular olarak bilindikleri için savaş tarzını değiştirdiler. Bu ordu artık uzak sınır bölgelerindeki etnik gruplardan seçiliyordu ve toplumun geri kalanından tamamen ayrıydı. Bazıları doğru düzgün Arapça konuşamıyordu. Bu durum Samarra'daki anarşiden başlayarak Halifeliğin gerilemesine yol açtı.

Abbasiler hiçbir zaman önemli bir düzenli orduya sahip olmamış olsalar da, halife ihtiyaç duyulduğunda kısa sürede önemli sayıda asker toplayabiliyordu. Ayrıca düzenli maaş alan düzenli birlikler ve özel kuvvetler birimi de vardı. Herhangi bir huzursuzluğu bastırmak için Bizans sınırı, Bağdat, Medine, Şam, Rayy ve diğer jeostratejik noktalar boyunca her an 125.000 Müslüman asker toplanabilirdi.

Süvariler tamamen demirle kaplıydı ve miğferleri vardı. Ortaçağ şövalyelerine benzer şekilde, açıkta kalan tek noktaları burunlarının ucu ve gözlerinin önündeki küçük açıklıklardı. Yaya askerlerine mızraklar, kılıçlar ve kargılar verilmiş ve (Pers modasına uygun olarak) o kadar sağlam durmaları için eğitilmişlerdi ki, bir çağdaşın yazdığına göre, "onları tunçtan kelepçelerle tutturulmuş sanırdınız."

Abbasi ordusu mancınıklar, mangoneller, koçbaşları, merdivenler, yakalama demirleri ve kancalar gibi bir dizi kuşatma teçhizatına sahipti. Tüm bu silahlar askeri mühendisler tarafından kullanılıyordu. Ancak başlıca kuşatma silahı, Batı ortaçağında kullanılan trebuchet ile karşılaştırılabilecek bir kuşatma silahı türü olan manjaniq idi. Yedinci yüzyıldan itibaren büyük ölçüde burmalı topların yerini almıştı. Harun el-Reşid'in zamanında Abbasi ordusu ateş bombaları kullanıyordu. Abbasiler ayrıca sahra hastaneleri ve develer tarafından çekilen ambulanslar da kullanmıştır.

Sivil yönetim

Mütevekkil döneminde yaklaşık 850 yılında Abbasi Halifeliğinin vilayetleri

Böylesine geniş bir İmparatorluğun sonucu olarak, halifelik merkezden uzaklaştırılmış ve 24 eyalete bölünmüştü.

Pers geleneğine uygun olarak, Harun'un veziri neredeyse kontrolsüz yetkilere sahipti. Harun döneminde özel bir "müsadere bürosu" oluşturuldu. Bu hükümet kanadı, vezirin yolsuzluk yapan herhangi bir vali ya da devlet memurunun mal ve servetine el koymasını mümkün kıldı. Buna ek olarak, valilerin daha düşük rütbeli memurların mülklerine el koymasına izin veriyordu. Son olarak, halife aynı cezayı gözden düşen bir vezire de uygulayabiliyordu. Daha sonraki bir halifenin dediği gibi: "Vezir, ülke genelinde ve tebaamız arasında bizim temsilcimizdir. Dolayısıyla ona itaat eden bize itaat etmiş olur; bize itaat eden de Allah'a itaat etmiş olur ve Allah da kendisine itaat edeni cennete koyar."

Her bölgesel metropolün bir postanesi vardı ve imparatorluk başkentini diğer şehir ve kasabalara bağlamak için yüzlerce yol açılmıştı. İmparatorluk posta dağıtımı için bir röle sistemi kullanıyordu. Bağdat'taki merkez postanede her şehir arasındaki mesafeyi gösteren bir harita bile vardı. Yollar yol kenarında hanlar, misafirhaneler ve kuyularla donatılmıştı ve İran ve Orta Asya üzerinden doğuya, Çin'e kadar ulaşabiliyordu. Postane sadece sivil hizmetleri geliştirmekle kalmıyor, aynı zamanda halife için istihbarat görevi de görüyordu. Postacılar, yerel meselelere göz kulak olan casuslar olarak istihdam edilirdi.

Halifeliğin erken dönemlerinde Barmakoğulları kamu hizmetini şekillendirme sorumluluğunu üstlendi. Ailenin kökleri kuzey Afganistan'daki bir Budist manastırına dayanıyordu. Aile 8. yüzyılın başlarında İslam'ı kabul etti ve Abbasiler için sivil idarenin önemli bir kısmını üstlenmeye başladı.

Halifeliğin hazinesine emlak vergisi; sığır, altın ve gümüş ile ticari mallardan alınan vergi; gayrimüslimlerden alınan özel vergi ve gümrük vergileri gibi çeşitli vergilerden sermaye akıyordu.

Ticaret

Harun döneminde Basra Körfezi üzerinden yapılan deniz ticareti gelişti ve Arap gemileri Madagaskar'a kadar güneye ve Çin, Kore ve Japonya'ya kadar doğuya ticaret yaptı. Bağdat'ın ve diğer şehirlerin büyüyen ekonomisi kaçınılmaz olarak lüks ürünlere olan talebi artırdı ve mallarının ticareti ve ardından dağıtımı için uzun menzilli kervanlar organize eden bir girişimci sınıfı oluşturdu. Doğu Bağdat suğundaki bir bölümün tamamı Çin mallarına ayrılmıştı. Araplar Baltık bölgesiyle ticaret yapmış ve Britanya Adaları'na kadar kuzeye ulaşmışlardır. Rusya ve İsveç'in bazı bölgelerinde Abbasiler tarafından kurulan kapsamlı ticaret ağlarına tanıklık eden on binlerce Arap sikkesi keşfedilmiştir. Mercia Kralı Offa (İngiltere'de) sekizinci yüzyılda Abbasilerinkine benzer altın sikkeler bastırmıştır.

Müslüman tüccarlar Hindistan ve Güney Doğu Asya ile seyahat etmek ve ticaret yapmak için Bandar Siraf, Basra ve Aden'deki limanları ve bazı Kızıldeniz limanlarını kullandılar. Kara yolları da Orta Asya üzerinden kullanılıyordu. Arap işadamları sekizinci yüzyıl gibi erken bir tarihte Çin'de bulunuyordu. Arap tüccarlar Buhara ve Semerkant'a ulaşmak ve ticaret yapmak için Hazar Denizi'ne açıldılar.

Birçok kervan ve mal hiçbir zaman hedefledikleri yere ulaşamadı. Bazı Çin ihraç malları yangınlarda yok olurken, diğer gemiler battı. Çin'e kadar sağ salim gidip dönebilenlerin Tanrı tarafından kutsanmış olduğu söylenirdi. Yaygın deniz yolları, çoğu ticaret gemisinden daha hızlı gemiler inşa eden ve mürettebat bulunduran korsanlar tarafından da rahatsız ediliyordu. Sinbad masallarındaki deniz maceralarının çoğunun dönemin denizcilerinin tarihsel kurgularına dayandığı söylenir.

Araplar ayrıca Afrika ile büyük ölçüde altın ve köleler için kara ticareti de kurdular. Avrupa ile ticaret düşmanlıklar nedeniyle durduğunda, Yahudiler iki düşman dünya arasında bir bağlantı görevi gördü.

İmparatorluğun çöküşü

Abbasiler, çoğu Emevilere karşı savaşlarını desteklemiş olan Şii Müslümanlarla anlaşmazlığa düştüler, çünkü Abbasiler ve Şiiler Muhammed'le olan aile bağları nedeniyle meşruiyet iddia ediyorlardı; Abbasiler iktidara geldikten sonra Sünni İslam lehine Şii inançlarına verdikleri her türlü desteği reddettiler. Kısa bir süre sonra Berberi Hariciler 801 yılında Kuzey Afrika'da bağımsız bir devlet kurdular. Elli yıl içinde Mağrip'teki İdrisîler ve Ifrikiye'deki Ağlabîler, bir süre sonra da Tulunîler ve Mısr'daki İkşidîler Afrika'da etkin bir şekilde bağımsız oldular. Abbasi otoritesi, el-Radi döneminde zaten fiili bağımsızlığa sahip olan Türk Ordusu generallerinin Halifeliğe ödeme yapmayı bırakmasıyla bozulmaya başladı. Bağdat'a yakın vilayetler bile yerel hanedan yönetimi aramaya başladı. Ayrıca Abbasiler kendilerini sık sık İspanya'daki Emevilerle çatışma halinde buldular. Abbasilerin mali durumu da zayıfladı ve 9. ve 10. yüzyıllarda Sevâd'dan elde edilen vergi gelirleri azaldı.

Ayrılıkçı hanedanlar ve halefleri

Aşağıdaki liste, parçalanmış Abbasi imparatorluğundan ortaya çıkan İslam hanedanlarının genel coğrafi konumlarına göre ardıllığını temsil etmektedir. Hanedanlar, vasal bir emirin isyan ettiği ve daha sonra efendisini fethettiği durumlarda sıklıkla çakışır. Boşluklar, hâkim gücün belirsiz olduğu çekişme dönemlerinde ortaya çıkar. Ali aracılığıyla bir Şii verasetini tanıyan Mısır'daki Fatımi Halifeliği ile Emeviler ve Muvahhidlerin Endülüs Halifelikleri dışında, her Müslüman hanedan en azından Abbasilerin Halife ve Müminlerin Emiri olarak itibari hükümranlığını kabul etmiştir.

  • (Mağrib-i Aksa veya Aşırı Mağrip) Fas: İdrisiler (788-974) → Almoravidler (1040-1147) → Almohadlar (1120-1269) → Marinidler (1472-1554) → Wattasidler (1472-1554) → Saadiler (1510-1659) → 'Alawi hanedanı
  • Ifriqiya (modern Tunus, doğu Cezayir ve batı Libya): Ağlabidler (MS 800-909) → Fatimiler (geçici olarak Kayravan'da) (MS 909-973) → Ziridler (çöküşlerinde) (973-1148) → Muvahhidler (1148-1229) → Hafsiler (1229-1574) → Hüseyni hanedanı (1705-1957) → Tunus Krallığı
  • Mısır ve Filistin: Tulunoğulları (MS 868-905) → İhşidiler (935-969) → Fatımi Halifeliği (909-1171) → Eyyubi Hanedanlığı (1171-1250) → Memlükler (1250-1517)
  • El-Cezire (modern Doğu Suriye ve Batı Irak): Hamdaniler (MS 890-1004) → Mervaniler (990-1085) ve Ukaylidler (990-1096) → Selçuklular (1034-1194) → Moğol İmparatorluğu ve İlhanlılar (1231-1335)
  • Güneybatı İran: Buyidler (934-1055) → Selçuklular (1034-1194) → Moğol İmparatorluğu → İnjuidler (1335-1357) → Muzafferiler (1314-1393)
  • Horasan (modern İran, Afganistan ve Türkmenistan): Tahiriler (821-873) → Saffariler (873-903) → Samaniler (903-995) → Gazneliler (995-1038) → Selçuklular (1038-1194) → Gurlular (1011-1215) → Harezmiler (1077-1231) → Moğol İmparatorluğu ve İlhanlılar (1231-1335)
  • Maveraünnehir (modern Orta Asya): Samaniler (819-999) → Karahanlılar (840-1212) → Harezmiler (1077-1231) → Moğol İmparatorluğu ve Çağatay Hanlığı (1225-1687)
  • (Maghrib al Awsat veya Central Maghreb) Cezayir: Tlemcen Emirliği → Süleymanoğulları Hanedanı → Rüstemoğulları → Zirid Hanedanı (zirve) → İfrânî Hanedanı → Abdülmü'min (Nedroma'dan Muvahhid kurucusu) → Zeyyanî Hanedanı ve Marinid Hanedanı (Cezayir'deki Zibanlardan) → Tuggurt Sultanlığı → Beni Abbas Krallığı → Kuku Krallığı → Abdülkadir Emirliği
  • İndus Vadisi: Habbari Hanedanlığı (841-1025) ve Multan Emirliği (855-1010) → Gazneli İmparatorluğu (995-1038)

Abbasi soyundan geldiğini iddia eden hanedanlar

Abbasilerin yıkılışından yüzyıllar sonra, "Peygamber Muhammed ile akrabalık ilişkisi olduğunu iddia etmek, yani 'Ev Halkı'na ya da seyyid veya şerif statüsüne bağlı olduğunu iddia etmek, Müslüman toplumlarda kişinin maddi ya da manevi hedeflerini soy bağıyla desteklemesinin tartışmasız en yaygın yolu olmuştur." Muhammed'le ya da Abbasiler gibi Haşimi akrabalarıyla devamlılık iddiaları, "iç kitleye hizmet etmek" (ya da başka bir deyişle, kitlelerin gözünde meşruiyet kazanmak) amacıyla aday bir hanedan için "siyasi uygulanabilirlik" duygusunu besler. Pakistan'daki Khairpur ve Bahawalpur eyaletleri ve Bastak Hanlığı'nın yanı sıra günümüz Sudan'ının bazı bölgelerini yöneten Wadai İmparatorluğu da Abbasi soyundan geldiğini iddia etmiştir.

Abbasi soyundan geldiklerini iddia eden hanedanlar arasında yaygın bir kinaye, MS 1258'de Moğol istilası tarafından "dağıtılan" Bağdat'taki Abbasi prenslerinin soyundan geldikleri yönündedir. Hayatta kalan bu prensler, Moğollar tarafından kontrol edilmeyen güvenli bir sığınak için Bağdat'ı terk edecek, yeni toplumlarına asimile olacak ve torunları yüzyıllar sonra Abbasi 'kimlikleriyle' kendi hanedanlarını kuracaklardır. Bu durum, Bağdat'ın düşüş yılı olan Hicri 656/Miladi 1258'de şehrin yağmalanmasının ardından Abbasi hanedan ailesinin hayatta kalan birkaç üyesinin, içlerinden en büyüğü olan Muhammed oğlu Ahmed oğlu Hamza oğlu İsmail'in önderliğinde Güney İran'a, Khonj köyüne ve daha sonra MS 17. yüzyılda hanlıklarının kurulduğu Bastak'a göç ettiğini anlatan Bastak hanlığının köken efsanesinde vurgulanmaktadır.

Bu arada Wadai İmparatorluğu da benzer bir köken hikâyesi anlatarak Salih ibn Abdullah ibn Abbas adında bir adamın soyundan geldiğini iddia etmiştir; babası Abdullah, Moğol istilası üzerine Bağdat'tan Hicaz'a kaçan bir Abbasi prensiydi. Salih adında bir oğlu vardı ve bu çocuk büyüyünce "yetenekli bir fakih" ve "çok dindar bir adam" olacaktı. Mekke'ye hacca giden Müslüman ulema onunla tanışır ve bilgisinden etkilenerek onu kendisiyle birlikte Sennar'a dönmeye davet eder. Halkın İslam'dan uzaklaştığını görünce, Wadai'deki Ebu Sinun dağını bulana kadar "daha da ilerledi" ve burada yerel halkı İslam'a döndürüp kurallarını öğrettikten sonra onu sultan yaptılar ve böylece Wadai İmparatorluğu'nun temellerini attılar.

Bastak Hanlığı'na gelince, Şeyh Muhammed Han Bastaki, yerel halkın kendisini hükümdar olarak kabul etmesinden sonra "Han" unvanını alan ilk Abbasi Bastak hükümdarıydı (Farsça: خان, Arapça: الحاكم), "hükümdar" veya "kral" anlamına gelen bu unvanın Kerim Han Zand tarafından kendisine verildiği bildirilmektedir. Bu unvan daha sonra Bastak ve Cihangiriye'nin sonraki tüm Abbasi hükümdarlarının unvanı oldu ve aynı zamanda çoğul olarak - yani "Hanlar" (Farsça: خوانين) - Şeyh Muhammed Han Bastaki'nin soyundan gelenlere atıfta bulunur. Bastak ve Cihangiriye'nin son Abbasi hükümdarı, Muhammed Rıza Han "Satvat al-Mamalek" Baniabbasi'nin oğlu Muhammed A'zam Han Baniabbassian idi. Tarikh-e Jahangiriyeh va Baniabbassian-e Bastak (1960) adlı kitabın yazarıdır ve bu kitapta bölgenin ve bölgeyi yöneten Abbasi ailesinin tarihi anlatılmaktadır. Muhammed A'zam Han Beniabbasiyan 1967 yılında öldü ve bu ölüm Bastak'taki Abbasi saltanatının sonu olarak kabul edildi.